Kelimebaz

Kelimelerin etimolojik yapısı ve kullanımı üzerine bir site olup etiketleme usulüyle bir kelimenin en kıymetli edebi metinlerde geçen örnekleri tasnifli bir şekilde verilecektir.

14 Ağustos 2009 Cuma

-nik eki dobrovnik vs


-nik

From Wikipedia, the free encyclopedia

Jump to:navigation, search

The English suffix -nik is of Slavic origin. It approximately corresponds to the suffix "-er" and nearly always denotes an agent noun (that is, it describes a person related to the thing, state, habit, or action described by the word to which the suffix is attached).[1] In the cases where a native English language coinage is possible, the "-nik"-word often bears an ironic connotation.

The suffix existed in English in dormant state for a long time, in borrowed terms. An example is raskolnik, recorded by the Oxford English Dictionary to be known since 1723.[1] There have been two main waves of the introduction of this suffix into English language. The first one is Yinglish words contributed by Yiddish speakers from Eastern Europe. The second surge was observed after the launch of the Sputnik by the Soviet Union in 1957.

In his book The American Language, H.L. Mencken credits the postwar mania for adding "-nik" to the ends of adjectives to create nouns as beginning, not with beatnik or Sputnik, but earlier - in the American comic strip Li'l Abner by Al Capp.

Contents

[hide]

[edit] Vocabulary

[edit] Mainstream

Words of significant context or usage:

[edit] Casual

Casual neologisms:

  • Alrightnik: one who has been successful (who has done all right); nouveau riche
  • Computernik: a computer geek
  • Ipodnik: a person utterly devoted to iPods
  • Muttnik
  • Neatnik: a neat-freak
  • No-goodnik: a lazy or incompetent person
  • Peacenik: a pacifist; a hippie

[edit] Jewish adaptation

Words originally used by Jews of Europe, America, and Israel, often referring to concepts related to their experiences or things happening in Israel:

  • Chabadnik or Habadnik: follower of Chabad
  • Kadimanik: member of United Synagogue Youth's Kadima program
  • Ka-tzetnik: a Nazi concentration camp prisoner or survivor, derived from abbreviation KZ, pronounced Ka-tzet
  • Kibbutznik: member of a Kibbutz
  • Lamedvavnik
  • Likudnik: supporter of Israeli political party Likud
  • Moshavnik: member of a Moshav
  • Shinuinik: supporter of Israeli political party Shinui
  • Mapainik: supporter of the historical Israeli labour party.
  • Netzernik: Member of the Netzer Olami youth movement
  • Nudnik: a nagging, boring or awkward person
  • Reusenik: one who reuses and reuses and reuses again to rid the world of plastic. Are you a Reusenik?

[edit] Slavic languages

Native Slavic words that refer to inherently Slavic concepts:

[edit] References

  1. ^ a b V. V. Kabakchi, Charles Clay Doyle, "Of Sputniks, Beatniks, and Nogoodniks", American Speech, Vol. 65, No. 3 (1990), pp. 275-278 doi:10.2307/455919
  2. ^ Artnik

[edit] External links

-ik eki kırvatçada ve macarcada kapu:kapı örn: ez o kapuik- onların kapısı ik makes plural


-ik

Definition from Wiktionary, a free dictionary

Jump to: navigation, search

Contents

[hide]

[edit] Croatian

[edit] Suffix

-ik

  1. Suffix appended to words to create a masculine noun, usually denoting a profession, performer, place, object, tool or a feature.

[edit] See also


[edit] Hungarian

[edit] Pronunciation

[edit] Suffix

-ik

  1. The ending of a large group of verbs in third-person singular present tense indefinite conjugation.
    utazik - travel
  2. The ending of front-vowel verbs in third-person plural present tense definite conjugation.
    néz (look) - nézik (they look at it)
  3. Third-person plural possessive suffix denoting plural possession in words ending in a vowel.
    kapu - gate
    a kapuik, az ő kapuik - their gates
  4. Specifies which one of a specific set of things/persons. Used with adjectives. See usage notes below.
    rosszabb (worse) - a rosszabbik (the worse one)
    más (different) - másik (another one) - a másik (the other one)
    A nagyobbik szobában Péter lakik. - In the bigger room lives Peter. (of a specific set of rooms)

[edit] Usage notes

  • (for adjectives): The -ik creates a determining adjective from a comparative adjective so it will answer to the question melyik? ("which?"). In a few cases it takes not a comparative but a basic adjective, which already incorporates the idea of comparison (e.g. más; "different"). It is very often used with a definite article (a/az; "the")

[edit] See also

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Bir Kadın gittiğinde

Onlar bir gün çekip gittiklerinde,

peşlerinde "yetim-öksüz" kalan çok olur:

Mutfaktaki dolap, perdeler,

kavanozun içindeki eski düğmeler,

özenle saklanmış küçülmüş giysiler,

dolap diplerindeki kurdeleler...

Sabah karanlığında mutfaktan gelen tıkırtılar susar,

 yetim kalmıştır tabaklar.

Bir kadın gittiğinde hep suyu unutulur saksıların.

Sık sık boynunu büker "sarıkız".

O teki kalmış eski bardağın anlamını bilen olmaz,

değerini kimse anlayamaz krom hac tasının.

Balkon artık sessizdir, koridor kimsesiz.

*

Bir kadın gittiğinde...

Bir kadın gittiğinde ne çok kişi gider aslında;

bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir bakıcı,

bir bahçıvan, bir muhasebeci.
..

Bir anne gider...

Bir dost...

Bir arkadaş...

Bir sevgili...

Ne çok kişi yok olur bir kadın gittiğinde.

*

"Güzin Abla gitti..."
dediklerinde, kaç kişinin gittiğini ve arkasında kalan "yetimlerini" düşündüm.

O benim dostumdu.

Dün Feyza'yı arayıp başsağlığı diledim.

O canımın sıkıldığı gün telefonda
"Sana gelen bana gelsin" diyen sesini hiç unutmamıştım.

Yine ıslandı göz pınarlarım, ben dahi yetim kaldım.

Sözcükler yetim kaldı.

Hep böyle olur; bir kadın gittiğinde;

övgüler, uyarılar, yakınmalar, dualar yetim kalır.

Kapı eşiğindeki "Dikkat et..." duyulmaz, annesi gitmiştir "geç kalma"nın.

Kadınlar, arkalarında büyük boşluklar bırakarak giderler.

Bir kadın gittiğinde pek çok kişi gitmiştir aslında.

Ve bir kadın gittiğinde pek çok "yetim" bırakmıştır arkasında.

 



Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın. Sadece e-posta iletilerinden daha fazlası



--
Eyüp Sabri KARTAL
Yenişehir Kaymakamı -MERSİN
http://www.eyupsabrikartal.com
www.mersinyenisehir.gov.tr
www.mersin.gov.tr
www.tid.web.tr

6 Temmuz 2009 Pazartesi

araba - öz türkçe tüm dilleri etkilemiş başta rusça ..

araba

Definition from Wiktionary, a free dictionary

Jump to: navigation, search

Contents

[hide]

[edit] English

[edit] Etymology

From Russian арба (arba), from Turkish araba.

[edit] Alternative spellings

[edit] Noun

araba

  1. A carriage used in Turkey and Asia Minor drawn by horses or oxen.

[edit] Quotations

  • 1836: No one but a native of the luxurious East could ever have invented an araba, with its comfortable cushions, and its gaily painted roof, and gilded pillars. The prettiest are those of brown and gold, with rose-coloured draperies, through which the breeze flutters to your cheek as blandly as though it loved the tint that reminded it of the roses of the past season amid which it had wandered."— Julia Pardoe, City of the Sultan; and Domestic Manners of the Turks, in 1836.
  • 1845: I found the examination of these antiquities much less pleasant than to look at the many troops of children assembled on the plain to play; and to watch them as they were dragged about in little queer arobas, or painted carriages, which are there kept for hire. William Makepeace Thackeray, Notes on a Journey from Cornhill to Grand Cairo, 1845
  • 1898:There is, however, such a thing as an “araba,” a vehicle drawn by oxen, in which the wives of a rich man are sometimes dragged four or five miles over the grass by way of recreation. The carriage is rudely framed, but you recognise in the simple grandeur of its design a likeness to things majestic; in short, if your carpenter’s son were to make a “Lord Mayor’s coach” for little Amy, he would build a carriage very much in the style of a Turkish araba. — Alexander William Kinglake, Eothen, 1898.
  • 1917:Whenever I mounted the araba, he would whip his horses to a sharp trot or canter for half a mile, and then at a word stop for me to get out. — W.J. Childs, Across Asia Minor on Foot, 1917.

[edit] Translations

[edit] See also


[edit] Italian

[edit] Adjective

araba sg.

  1. (Feminine form of arabo.) Arabian, Arab (attribute)

[edit] Noun

araba f. (plural arabe) feminine of arabo

  1. Arab woman

[edit] Turkish

[edit] Pronunciation

[edit] Noun

araba (definite accusative arabayı, plural arabalar)

  1. car
  2. carriage
  3. cartload

[edit] Declension

8 Nisan 2009 Çarşamba

Gega ve Toska

Gega ve Toska

--------------------------------------------------------------------------------

Arnavutlar; Geg ve Tosk yani kuzey ve güney olmak üzere iki büyük gruba ayrılırlar. Bu farklılığın sebebinin etnik değil, coğrafi olduğu söylenir. (shkumbin nehri)
Ve farklılığın en büyük yansıması Arnavutça üzerine olmuştur. Arnavutça da bu ayrım dolayısı ile iki farklı diyalektiğe ve bu diyalektikler de kendi aralarında ayrı kollara ayrılır.





Bu iki farklı gruptan iki Arnavut'u yanyana getirdiğimizde birbirlerini çok fazla anlamazlar. Atasözü ve deyimleşmiş sözler de iki grup arasında farklılık göstermektedir.

Arnavutlar "Toske dhe Gege, dy peme nga nje dege" der. Yani "Toska ve Gega, bir daldan iki agac "... Gruplaşmanın üzerinde durmadıklarını, bu sözleriyle vurgularlar. Lakin geg ve toskların yaşam şekilleri, kültürleri, hayata bakışlarında farklar vardır. Gegler köy hayatıyla daha içli dışlıdır ve savaşçı özellikleri vardır. Tosklarsa genellikle şehirli kesimdir. İki grubun dini inanışlarında da farklılıklar gözlenir. Tosklar yani güneyliler bektaşi veya ortodoks iken gegler katolik ya da sünnidir.

Anne tarafım Üsküp Ljuboten'li arnavuttur. Ancak geg mi tosk mu olduğunu bilmem. Bu ayrım hakkında hiçbir bilgim yoktur desem yeridir. İşte bu yüzden aydemori'yi selamlar ve sözün devamını ona teslim ederim.

peki aynı bölgede yaşayan arnavutların gega ve toska olarak ayrılması nasıl oluyor? Örneğin Üsküp'te yaşayan arnavutların bir kısmı gega, toska olanlar da var...

Bir önceki Mesajta atabilmeyi başardığım Haritada Arnavutlarla Meskun 4 vilayeti İşkodra-Kosova-Yanya ve Manastırı göstermektedir.

Bu vilayetlerden Kosova ve İşkodra Kuzey Arnavutluğu oluşturup İliryalıların devamı Gega Arnavutlarıdırlar.

Yanya ve Manastır, güney Arnavutları oluşturup Ephirlerin devamı Toska Arnavutlarıdırlar.

Arvavutlar tarih boyunca kendilerinin binerce yıllık toprakları olan bu yerleşkelerde kendi içlerindede çok göçler yapmışlardır.
Mesela İşkodradan, kosovaya, yanyadan, manastıra veya kosovadan, yanyaca göçler yaşanmıştır.
Bu sebebten iki diyalektin aynı bölğelerde konuşulduğu çokça yer görülmektedir.
Tarihçiler tarafındanda yapılan araştırmalarda bunlara örnek olarak en çok göze batan yer ve sülale(fis) isimlerinin benzerliğidir, Gegariya ve Toskariyada bunlara çokça örnek vermek mümkündür.



Yukarıda verdiğim Haritada görebileceğiniz gibi günümüz makedonyasında var olan Arnavutların bir kısımı Manastır-Prespa-şutruğa vs yerlerde yaşamakta olan arnavutlar Toskadır.
NOT(Makedonya içinde var olan Ortadoks Arnavutlar günümüzde Slavca konuşmaya başlamış ve Slavemakedonlaşmıştır)
Makedonya içinde var olan bu Arnavutların Makedonya içinde geçmişte tarihlerd ve günümüzde Göç etmeleri muhtemeldir.
Üşküpte Toska olaması bu şekilde açıklanabilir.
Aynı şekilde Güneydede bol miktarda Gega olduğu bilinmektedir, örnek vermek gerekirse Çameriya bölğesinde iki diyalekte konuşulmaktadır.
Yine aynı şekilde 1400'lü yıllarda Osmanlının Balkan yarımadsına gelmesiyle bazı dini ve siyasi sebeblerden dolayı İtalyanın Güneyine yaşanmış olan büyük Arnvut göçü Arnavut Topraklarının iki bölğesindende Güney ve Kuzey Arnavutluktanda yaşanmıştır.
Günümüzde bu Arnavutlar İtalyanın çeşitli güney bölğelerinde 600 yıl önceki Dinlerini ve konuştukları dilleri ve diyalektlerini korumaktadırler.
Güneyden göç etmiş Arnavutlar yani toskalar Ortadoks dininde olup Tosk şivesi konuşmaktalar, Kuzeyden göç etiş Arnavutlar Katolik dininde olup Geg şivesi konuşmaktadırlar günümüzde bu Arnavutlar(Arberesh)ler 600 yıl önceki bütün gelenek görenek din ve dillerini korumaktalr, hiç bir ayrım yapmadan Festival ve önemli günlerini birlikte kutlayıp dernek, kuruluş ve vakıflarında birlikte hareket etmektedirler.Dünyaca ünlü Arbereshlerden bazıları Papa Clemente XI, Antonio Gramsci vs diyebiliriz.
Kosovanın bağımsızlığında Amerikada var olan önemli Arberesh çevrelerinden büyük destek gelmiştir ve hala gelmeye devam etmektedir.Bunlardan en önemliside Joseph DioGuardi'dir.

teorik olarak sadece iki diyalekt gibi gorunseler de gega ve toska sadece diyalektten ibaret olmayan inadim inat kicim iki kanat zihniyetinin dogurdugu iki degisik yasam tarzidir, kulturdur, astronomik olaydir.

gec de olsa bir nehirin aki$i kulturlerini bicimlendirdigini nihayet 1972'de goren arnavutlar, tiranada standart arnavutca'yi kurdular.

demek istedigim $u ki $ljivocum, 1972'den sonra, ki bu gunumuz de oluyor, diyakteiyle celi$ki duyani, ben gegayim, toskayim diyeni kaldirip muzede sergiliyoruz.

bertan´isimli üyeden Alıntı
Arvavutlar tarih boyunca kendilerinin binerce yıllık toprakları olan bu yerleşkelerde kendi içlerindede çok göçler yapmışlardır.
Mesela İşkodradan, kosovaya, yanyadan, manastıra veya kosovadan, yanyaca göçler yaşanmıştır.
Bu sebebten iki diyalektin aynı bölğelerde konuşulduğu çokça yer görülmektedir.
Tarihçiler tarafındanda yapılan araştırmalarda bunlara örnek olarak en çok göze batan yer ve sülale(fis) isimlerinin benzerliğidir, Gegariya ve Toskariyada bunlara çokça örnek vermek mümkündür.

Necati Cumalının Makedonya 1900 Kitabında Dila Hanım isimli bölümde Florina daki Gega Arnavutlarından bahseder.Köy isimlerde veriyor. Hatta kitap Arnavut demiyor. Gega lar diyor. (Arnavutça Konuşan) Aynı terimi ailemden de bir kaç kere duydum.**

Küçükken Toska Gega gibi terimlerle ilk karşılaştığımda babama sormuştum.

Gega lar şehirde yaşar. Toskalar Arnavutun Dağ da yaşayanıdır demişti. Tabi yaşlıların bu ayrımı neye göre nasıl yaptıklarını kim bilir..

Belkide dağ köylerini felan kast ediyorlardır...

Saygılarımla..

Necati Cumalının Makedonya 1900 Kitabında Dila Hanım isimli bölümde Florina daki Gega Arnavutlarından bahseder.Köy isimlerde veriyor. Hatta kitap Arnavut demiyor. Gega lar diyor. (Arnavutça Konuşan) Aynı terimi ailemden de bir kaç kere duydum.**

Küçükken Toska Gega gibi terimlerle ilk karşılaştığımda babama sormuştum.

Gega lar şehirde yaşar. Toskalar Arnavutun Dağ da yaşayanıdır demişti. Tabi yaşlıların bu ayrımı neye göre nasıl yaptıklarını kim bilir..

Belkide dağ köylerini felan kast ediyorlardır...

Saygılarımla..

Aslinda bunun tersidir, Geg'ler daha fazla dagli bolgelerde Tosk'lar ise daha alcak bolgelerde yasardilar (eskidendi bu, simdi durum pek de boyle degildir).

Geg'ler daha agir tiplerdir, yavas konusurlar, biraz muhafazakar zihniyete sahiptirler. Geg'ler musluman veya katolik olabilir (eskiden hepsi katolikti), gegeria (gegnia) Mirdita bolgesinden kuzeye kadar uzanir (Kosova dahil).

Tosk'lar daha sicak insanlardir, konustuklarinda daha fazla bagirirlar, siveleri daha feminendir. Daha acik akillidirlar (open minded yani :P), tosk muslumanlarin bir bolumu bektasi olur, hristiyanlar ise ortodokstur.

Arnavut tarihine bakarsaniz, entelektuellerin cogu Tosk'lardan cikmistir, militer guc cok daha fazla Geg'lerden gelmistir...

Kosova Gegasindan selam

Alıntı:
aydemori´isimli üyeden Alıntı
teorik olarak sadece iki diyalekt gibi gorunseler de gega ve toska sadece diyalektten ibaret olmayan inadim inat kicim iki kanat zihniyetinin dogurdugu iki degisik yasam tarzidir, kulturdur, astronomik olaydir.

gec de olsa bir nehirin aki$i kulturlerini bicimlendirdigini nihayet 1972'de goren arnavutlar, tiranada standart arnavutca'yi kurdular.

demek istedigim $u ki $ljivocum, 1972'den sonra, ki bu gunumuz de oluyor, diyakteiyle celi$ki duyani, ben gegayim, toskayim diyeni kaldirip muzede sergiliyoruz.

1972 yili cok gectir, bu nehir problemi arnavut entelektueller tarafindan cok daha once irdelenmistir. Semseddin Sami mesela bu konu hakkinda baya yazmistir, veya Vaso Pasa gibi..

selamlar

Son donemlerde Arnavut tarihcileri ve aydinlari arasinda "Osmanli olmasaydi yok olurduk" manasinda bazi yeni tartismalar surmekte bildigim kadariyla...
Padisahlar,Osmanli sedaret makaminda sayisiz Arnavut kokenli aileye yetki ve gorev vererek ve hatta "teba-i Osmaniyye" fikriyle Arnavutlarin saglam musluman geleneklerine dayanarak Makedonya,Yanya,Selanik taraflarinda hristiyan isyanlarina (ve hatta Arnavut Resneli Niyazi nin ustune bile) gene Arnavut kokenli kudretli Osmanli pasalarini gondermisler, Arnavutlari Turkler gibi asla imparatorluga sirtini donmeyecek saglam unsurlar olarak gormuslerdi..

Benim Arnavut tarihi hakkinda derinlemesine bilgim yok.İsi bilen Arnavut arkadaslar bu meseleyi biraz deşseler de sagda solda cok fazla tartisilmayan bu konuyu gelistirsek...

Elveda Rumeli adli dizi koskoca Guney Makedonya da 2 senede bula bula bir tane Arnavut buldu ( oda hemen sehit oldu zaten) hic olmazsa biz Balkanskidom da gercekleri konusalim..
Bu Elveda Rumeli o kadar komik bir dizi ki,o donemde Osmanli tebasi bir tek Arnavut bile bulamadi ama bugun oynayan oyuncularin nerdeyse yarisi Arnavut...
Biz bu acaiplige dusmeyelim...Adimiz "Balkanskidom" ken Arnavutlari yok saymayalim..Tarih hata affetmez...

http://www.balkanskidom.com/showthread.php?t=3348


__________________

22 Şubat 2009 Pazar

abdal

Başka anlamlar veya farklı yazılışlar için bakınız: Abdal

abdal

Türkçe

Anlamlar:
[1] (eskimiş) Gezgin derviş
[2] (eskimiş) Dilenci kılıklı, üstü başı perişan kimse
[3] (halk ağzı) (Alucra) Sünnetçi
[4] (halk ağzı) Çingene
[5] Çin'e bağlı özerk Uygur ülkesinde Kaşgar vilayeti yenişehir kazasında kullanılan ve temel olarak bir Türk lehçesi olan ,fakat bizim Eskişehir'in batısında kullanılan şiveye yakın Osmanlı Türkçesi ki içerisinde farsça kelimeler içeren bir Çağatay dili.[1] Kaşgar çevresindeki Yenişehir (Shūlè Xiàn)'de, Hanalik (Han-nan-li-k'o-pa-cha veya Hanerik) ve Paynap köylerinde Ayni (Uygurca: ئەينۇ ; Äynú veya ئابدال ; Abdal, Rusca: Эйну́, Айну, Абдал) abdal dilini konuşan göçebe insanlar yaşarlar[2]. Dilbilimcilere göre karışık bir dil, çoğunlukla dilbilgisi Türkçe, temel olarak aslında Uygurca, ama başlıca Farsi kelimeleri içerir[3]. Evde Ayni, dışarıda Uygurca konuşurlar.
[6] bedel kelimesinin çoğulu, bedeller demektir. Yani kendisi yerine değil, başkasının bedeline yaşayan kişi , evliya .
Açıklamalar:
Esasen esoterik sufi öğretisine ait bir kavram iken, 13. yy'da Anadolu'da heterodoks İslami tarikatler bünyesindeki meczup dervişler için kullanılmıştır. En eski kullanılan kaynak eser, Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilik kitabıdır.
Örnekler:
[1] "Varıp yaslanayım Hacı Bektaş'a / Abdalın olayım çullar içinde." -(Gevheri) (derviş anlamında)
[2] "Abdal ata binince bey oldum sanır / Şalgam aşa girince yağ oldum sanır / Çulu dökülür abdalın, herkes tanır / Suyu çeker şalgamın, aşık usanır" - Atasözü
Köken :
[1] (Arapça) abdāl (1. bedeller, 2. sufi düşüncesinde rical-i gaybın bir rütbesi) < badal (bedel)
Atasözleri:
Abdal abdalın ne umduğunu, ne bulduğunu ister
Dağ yürümezse abdal yürür
[4] Abdal ata binince bey oldum sanır, şalgam aşa girince yağ oldum sanır
[4] Abdal düğünden, çocuk oyundan usanmaz
[4] Abdalın dostluğu köy görününceye kadar
[4] Abdalın karnı doyunca gözü pabucundadır
[4] Abdalın yağı çok olursa gah borusuna çalar, gah gerisine
İlgili sözcükler:
[1] gezgin, derviş, Abdallı , abdal dili

[değiştir]
Azerice

[değiştir] Ad
Anlamlar:
[1] Aptal

[değiştir]
Osmanlıca

[değiştir] Ad
Anlamlar:
[1] Dünya ile ilgisini kesen mânevî makam sahibi kişi.
Örnekler:
"Hakk'ın zuhuru âlem ile ve âlemin vücûdu Hak'la kâimdir. Onunçün mutarraf dedi. Zîrâ mutarraf mefûl sigâsı üzere ibrişim-i ridâdır. Alem ise Hak yüzüne ridâdır. Abdâl-ı müminîne işâretdir ki esrâri adem-i ihatalarından nâşî kâfir oluruz diye havflerinden ellerin mushafa ururlar ve şeriâtin zahirine temessük ederler. Pes bunlara abdal demek adem-i ihatalarına göre ve hakâyıkın zuhurunda tebeddül ve teğayyürlerine binâendir vallahü alem." - Ruh-ul Mesnevi
Kaynaklar :
Sözlerin Soyağacı: abdal
Kaynak hatası etiketleri var, ama etiketi bulunamadı
"http://tr.wiktionary.org/wiki/abdal" adresinden alındı.
Sayfa kategorileri: Türkçe sözcükler Ad (Türkçe) Ad Anlamı olan Maddeler Eskimiş Eskimiş (Türkçe) Halk ağzı Halk ağzı (Türkçe) Alucra ağzı Örneği olan Maddeler Kökeni Olan Maddeler Arapça kökenli sözcükler Arapça kökenli sözcükler (Türkçe) Atasözüne Bağlantısı Olan Maddeler İlgili sözcükleri olan Maddeler Azerice sözcükler Ad (Azerice) Osmanlıca sözcükler Ad (Osmanlıca) Kaynak Verilmiş Maddeler

Abdal
Vikisözlük sitesinden
Git ve: kullan, ara

Başka anlamlar veya farklı yazılışlar için bakınız: abdal

[değiştir]
Türkçe

[değiştir] Özel ad
Anlamlar:
[1] (tarih) Safeviler devrinde İran'da yaşayan Türk oymaklarından biri.
[2] (tarih) Anadolu'da yaşayan oymaklardan bazısı.
[3] Afganistan'da yaşayan bir Türk boyunun adı.
Köken :
(Arapça) b-d-l kökünden gelmekte olup kahraman demektir.

[değiştir] Erkek adı
Anlamlar:
[1] Tasavvufta Allah'ın sevgili kulları arasından seçilmiş kırk din büyüklerinin adı.
[2] Eskiden tarikatlara bağlı dervişlere verilen ad.
[3] Allah'a ulaşma yolunda belli aşamaya erişen kimse.
[4] Gezgin derviş.
[5] Dilenci kılıklı, üstü başı perişan kimse.
Örnekler:
[5] "Abdal Ata Binince Bey Oldum Sanır; Şalgam Aşa Girince Yağ Oldum Sanır; Çulu Dökülür Abdalın, Herkes Tanır; Suyu Çeker Şalgamın, Aşık Usanır"
Köken :
(Arapça)
Türetilmiş Kavramlar:
Abdallı, batal, battal
Açıklamalar: Çin'e bağlı özerk Uygur ülkesinde Kaşgar vilayeti yenişehir kazasında kullanılan ve temel olarak bir Türk lehçesi olan ,fakat bizim Eskişehir'in batısında kullanılan şiveye yakın Osmanlı Türkçesi ki içerisinde farsça kelimeler içeren bir Çağatay dili.[1] Kaşgar çevresindeki Yenişehir (Shūlè Xiàn)'de, Hanalik (Han-nan-li-k'o-pa-cha veya Hanerik) ve Paynap köylerinde Ayni (Uygurca: ئەينۇ ; Äynú veya ئابدال ; Abdal, Rusca: Эйну́, Айну, Абдал) abdal dilini konuşan göçebe insanlar yaşarlar[2]. Dilbilimcilere göre karışık bir dil, çoğunlukla dilbilgisi Türkçe, temel olarak aslında Uygurca, ama başlıca Farsi kelimeleri içerir[3]. Evde Ayni, dışarıda Uygurca konuşurlar.
Yan Kavramlar:
Abdal Musa
Kaynaklar :
Vikipedi Maddesi: "Abdal"
Türk Dil Kurumu: "Abdal"

Abdallar ve Neşet Ertaş hakkında - Can Dündar

AGOS - Erol Mutlu, Ulaş Tosun,
Müziğiyle ve kimliğiyle 70 yıldır yürüyen bir Abdal: Neşet Ertaş
Gör ki neler geleli o 'garip' başa
Abdallar ve Neşet Ertaş hakkında
Terim olarak "gezgin, derviş, deli, sofu, veli, mecnun, divane, şaşkın" gibi anlamlar barındıktan 'Abdal' sözcüğü, IX. yüzyıldan sonra tasavvufi bir anlamda da kullanılmıştır. Yerleşik inanç sisteminin dışında konumlanan, Kalenderilik ve Bektaşilik ile sıkı bir ilişki içinde biçimlenen bu topluluk, Anadolu'da aşiret yapısı içinde örgütlenmiştir. İnançları ve ayinleri açısından büyük oranda Anadolu Aleviliği kapsamında yer alırlar ve diğer Alevi zümreleri ile ortaklıklar gösterirler. Türkmenlik gibi tek bir etnik kökene indirgenemeyecek kadar karmaşık bir tarihi olan Abdalların -kimi ortak özellikler taşımakla birlikle- Çingenelerden de ayrı bir etnik yapıları olduğu düşünülmektedir. Bazı yerel araştırmaların ortaya koyduğu verilerden hareketle. Abdalların "gizli" ve "özel" bir dilleri olduğu da söyleniyor.Başta Orta Anadolu (Kırşehir, Yozgat, Konya, Kayseri, Keskin), Çukurova (Toroslar, Adana), Doğu (Antep, Diyarbakır, Maraş) ve Ege illeri olmak üzere ülkenin birçok yerine dağılmış olan bu göçmen topluluk, günümüzde büyük oranda yerleşik hayata geçmiş bulunuyor. Anadolu'da elekçilik, sepetçilik, kalaycılık, nalbantlık, davulculuk gibi el sanatlarıyla uğraşan Abdalların en yaygın mesleklerinden bin "çalgıcılık", yani mü-zisyenlik.Abdalların bulundukları yerlerde dışlandıklarına, marjinal bir hayata hapsedildiklerine dair birçok veriden bahsedilebilir. Bu duruma yoksulluk, kendini topluma uyarlamak için kimliklerini törpülemek ya da kapalı mahallelerde "savunma" duygusu ile yaşamak gibi olguları eklemek de mümkün. Dolayısıyla, hâkim toplumsal yapıya kendini adapte etme çabası, sonuçları itibariyle bir asimilasyon sürecine dönüşme tehlikesi taşıyor.Abdalların yaygın uğraşlarından olan müzik üretiminin önemli kanallarından biri Kırşehir bölgesinde karşımıza çıkmaktadır. Bulduk Usta ve Yusuf Deveci'nin yanında çıraklık eğitimini aldıktan sonra kendi özgün yorumuyla bir ekol oluşturan Muharrem Ertaş (1913-1984) bu zincirin önemli bir halkasını temsil ediyor.Onu Hacı Taşan, Çekiç Ali gibi yerel sanatçıların takip ettiğini belirtelim. Abdal müziğini yerel üretimin sınırları dışına çıkaran ve geniş dinleyici kesimleriyle buluşturan ilk popüler isim ise Neşet Ertaş olmuştur.Neşet Ertaş 1938'de Kırşehir'in Kırtıllar (Tırtıllar) adlı bir Abdal köyünde doğdu. Daha çocukluk döneminde, 5-6 yaşlarında iken "köçek" olarak babasının yanında düğünlere giden Ertaş, ihtiyaca göre zil, keman, cümbüş gibi enstrümanlar çaldı; daha sonra bağlamayla devam etti. Gu-ruru kırıldığı için köçekliği bırakıp Ankara'ya gitti; yıllarca pavyonlarda, düğünlerde, turnelerde müzik yaptı, İstanbul'da plaklar doldurdu. En sevilen şarkılarını bu dönemde besteledi. 1978 yılında alkol nedeniyle sağlığı bozuldu, tedavi için Almanya'ya gitti ve yıllarca dönmedi, hatta öldüğü yolunda haberler çıktı. 1999 yılında Kalan Müzik, Ertaş'ın bütün eserlerini bir CD külliyatı olarak yayınlamaya başladı. Müzik yaşamıyla üç kitaba konu oldu: B. Bilge Tokel. Bir Neşet Ertaş Kitabı, (Akçağ Yay., 1999); O. Özcan, Neşet Ertaş; Yaşamı ve Bütün Türküleri, (Simurg, 2001); H. Akman, Gönül Dağında Bir Garip, (İş Bankası Kültür Yay., 2006). Neşet Ertaş hakkında, Can Dündar tarafından hazırlanmış bir belgesel film de (Garip: Neşet Ertaş Belgeseli, Kalan Müzik, 2005) bulunuyor. Abdal müziğinin yaşayan bu son büyük temsilcisi ile, konser vermek üzere geldiği İstanbul'da bir söyleşi yaptık.
• Abdal müziğinin önemli bir kaynağı olan babanız Muharrem Ertaş'tan başlayalım isterseniz.Abdallarda 5-6 yaşına gelen erkek çocukları düğünlere götürmeye başlarlar. Önce boş durmaması için bir zil verirler eline. Köçeklik yapılırdı bizim memlekette. Erkek çocukları böyle başlardı, biraz büyüyünce kaşıklarla oynarlardı. Bu süre içinde bizim cemlerde, cemiyetlerde nasıl oturulur kalkılır, gözlemlerlerdi. Yaş 11-12'yi geçtikten sonra da kabiliyeti gereği saz, keman, davul, birini alır, devam ederdi. Hiçbirine yeteneği yoksa köçekliğe devanı ederdi. Babam da ustasından dinlediği türküleri, bozlakları havalandırarak başlamış. Kendisi cemlere zakir olarak katılırdı. Dedenin yanında Pir Sultan Abdal'dan, Hatayî'den deyişler çalıp söylerdi. Babamın İm yönü cemlerimizde kalırdı. Cem dışında semah çalıp söylemezdi. Düğünlere gidilince, dışarıya göre hareket edilirdi. Karaca-oğlan, Aşık Kerem gibi Abdal kanalından gelen ozanların türkülerini havalandırırdı. Abdal geleneği çok eskilere dayanan bir kanaldır.
• Kökeninizi, size neden 'Abdal' dendiğini babanızla konuşur muydunuz?Birbirimize bir şey dememize gerek olmazdı. Her vardığımız yerde "Abdallar geldi, Abdallar gitti" derlerdi; artık üstlenmiştik bunu. Ülkemizdeki çeşitli milletleri sayarlar, en son "Cingan" derlerdi. Biz Cinganlardan bir önce gelirdik; 'Dertli Yoldaş' adlı türkümde de söylemiştim: "Zengin isen ya bey derler ya paşa / Fukara isen ya Abdal derler ya Cingan, hâşâ." Bize de davul-düğün çalgıcıları, Abdallar derlerdi. O dönem pek bilemezdik ama sonradan okuduğumuza göre Horasan'dan gelirmiş Abdallar.• Siz müziğe nasıl başladınız?Beni 6 yaşındayken zille başlara babam. Hem köçeklik yapardım, hem zil çalardım. Darbuka da çalardım. Babam saz çalardı, ben onun yanında saz çalamazdım. Abim keman çalıyordu, ben de cümbüşe başladım.• Köçeklik yapmayı bırakmanız nasıl oldu?Tatsız bir olay sonucunda oldu. Kırıkkale'de bir köye gitmiştik, fasıl etmemiz gerekmişti. Babam oynamamı teklif etti, saygıyla kabul ettim. Bu arada bir ses kulağıma geldi: "Vah yazık, pek gencimiş" gibilerden. Ritim zillerini babamın önüne koydum. Anladı. Bilirdik birbirimizi, arif in-sandı, hiçbir kelime söylemedi. O da üzüldü böyle bir davranışa maruz kalmama.• Bir röportajınızda "Gezdiğimiz yerlerde kimse bizimle arkadaşlık etmezdi" diyorsunuz. Gittiğiniz köylerde yaşıtlarınızla ilişkiniz nasıldı?Abdal köylerinde yaşıtlarımla oynardım. Ancak ben babamın arkadaşıy-dım, bir köye gittiğimizde babam saz çalardı, ben de yanında olurdum. Fazla yük olmamak için uzun süre kalmazdık. Çok fazla arkadaşlık edecek durum olmazdı. Çocukluk yaşımı yaşayamadım. Bir gün bir köyde çocuklarla oynadığım sırada birinin "Biz topraktan hasıl olmuşuz, siz fışkıdan" dediğini duydum. Bunu babasından duymuş ki bize söylüyor. Bunlar fesat yaratan paslı beyinlerin, cahilliğin ifadeleri.• Bu bakış açısı sizi nasıl etkiliyordu?İnsanlar aşağılanınca incinir. Ben bunu kabul etmiyorum. Bir atasözü haline gelmiş, "Kızı kendine bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya" diye. Bu ne demek? Bizi bahane ederek, aşağılayarak, kızlarının gönlüne gem vurarak, kendi istedikleri yere veriyorlar. Gençtik, gittiğimiz köylerde âşık oluyorduk. Ama bir Abdal'ın böyle bir şey yaşamasına imkân verilmezdi. Kendi çevremizdeki üç-beş Abdal ailesi kendi içinde evlenirdi. Diyemiyorduk ki "Biz âşık olduk, gönlümüz başkasında." Bırakın benim gençlik yıllarımı, bugün bile bize kız vermezler. Oğlum Almanya'da bir okul arkadaşına âşık oldu. Kızın ailesi "Bunlar Abdal'dır" diye vermedi, kız kendi aklıyla gelinimiz oldu.• Sizin de böyle bir hikâyeniz var galiba...Hangi birini anlatayım? Sadece benim değil, tüm Abdalların kaderi böyle. Evcilik oynadığım kıza âşık oldum ben, ondan sonrasında âşık bir çocuk oldum. Gittiğim her yerde âşık oldum. Babam da böyleydi, ikimiz de âşıktık. Göze yasak yoktu, görüp sevdalanırdık. Anam ölünce babam beş öksüzünü yükleyip bir hayvanın sırtına, köy köy gezerek bize ana aramıştı. Kimse bize kızını, dul gelinini vermedi. İnsan insan olsaydı belki kardeşim üç aylıkken bakımsızlıktan ölmeyecekti.• Sevdalandığınız kadınlarla iletişim kurabiliyor muydunuz?Mümkün mü? Konuşmayı bırak, ona bir dönüp de bakabiliyor muydun? Ona baktığın bir görülsün hele... Kapısının önünden bir geç bakalım. Kafamızı kaldırıp bakamazdık bile. Bunlar bizim için tehlikeydi [gülüyor]. Öte yanına gitmeyin, "Bakamazdık bile" diyorum, daha ne diyeyim?• Babanız askerdeyken hayatınızı nasıl sürdürdünüz?Köyün hemen hepsi "deşirme" yani dilenmeyle geçinirdi. Babam askere gidince, köylülerden biri dedi ki "Al babanın sazını, benimle dolaş." 8 yaşındaydım. Köy köy, kapı kapı gezdik. Un, buğday, bulgur, ne verirlerse onla geçindik. On beş köy gezdik, kimse bana demedi ki "Şu sazı bir çal, dinleyeyim."• Babanızla beraber hakaretlere uğradığınızda, Muharrem Usta bırakıp gitmeyi düşündü mü hiç?Bizim başka gelirimiz yoktu. Bu işi yapmak zorundaydık. Babam beş öksüzü hangi duvarın dibine bıraksın da gitsin? Çaresizlik içinde kalıyordu. İnsana yakışmayan bu aşağılamaları istese de kabul etmişti, istemese de.• Kırşehir'den ayrılıp Ankara'ya gittiğinizde neler yaşadınız?Ümit yokluğu içindeydik. O sıra radyo' diye bir şey kuruldu, toplanıp dinlerdik Orada dayım Hacı Taşan'ı duydum. Onun sesini duyunca, yerimde duramaz oldum. Kimseye haber vermedim. Aldım sazı, bindim otobüse, Ankara Radyoevi'ne gittim. İlk gün kimseyle konuşamadık. Ertesi gün nihayet içeri girdim, Muzaffer Sarısözen hocayı gördüm, oturuyordu. Orda babamın bir bozlağını havalandırdım. Hoca kalktı, karşı tarafa notasını yazdı. Beğendiler. Kayıttan sonra döndüm köye. Üç ayda bir de mektup gelirdi. Çağırırdı, söylerdim.Sonra İstanbul'a gittim, günlerce karın tokluğuna iş aradım. Nihayet Şençalar Plak stüdyosuna gittim. Orda çaldım, mukavele imzaladım. Kadri Şençalar beni aldı, Beyoğlu Saz'a getirdi, öğle ve akşam orada yemek yiyeceğim, akşamları da saz çalacağım. Plak başına 25 kuruş alacaktım ama, nerde... İki sene İstanbul'da böyle çalıştıktan sonra Kırşehir’e döndüm ama tutunamadım oralarda. Ankara'ya gittim, orda pavyonlarda çalıştım.• Ankara'daki yıllarınızda dinlediğiniz müzisyenler var mıydı?Bayram Aracı'dan çok esinlendik. Mahzuni'yi dinlerdim, o da beni dinlerdi. Orhan Gencebay'ı da dinlerdim, sözleri sağlam olduğu için. Davut Sulari'nin sazını da sesini de severdim; kendine has bir tavrı vardı. Veysel'imize saygımız var, 'şair' derim ben ona.Abdal olmayan herkes ağamızdı
• İstanbul'dan Kırşehir'e döndüğünüzde üzücü bir olay yaşamışsınız.Her sabah kalkar çarşıya giderdik, akşam olmadan da evimizin ihtiyacını alır, dönerdik, İstanbul'dayken gördüm, orda herkes birbirine denkti. Ona sebep, ben de Kırşehir'de şapka takmamıştım. Yolun kenarında cami vardı. Yaşlılar caminin kenarında oturuyorlardı. Dönüşte caminin önünden geçerken çocuklar beni taslamaya başladılar, Bağbaşı mahallesinde şapkasız geziyorum diye. O tarihlerde Abdalların şapkasız dolaşması olacak iş değildi, saygısızlık olarak kabul edilirdi. Bizler saçımızı tarayıp da insan içine başı açık çıkamazdık, kabul edilmezdi, hazmetmezlerdi. Şapka takmak da yetmezdi, kaşımıza kadar indirirdik, gerisini siz anlayın... Düğün-derneklerde de sürekli şapka takardık. Abdal olmayan herkes, büyüğü de küçüğü de bizim ağamızdı. Onlara hürmet göstermek zorundaydık. Beş yaşında bir çocukla bile "Ağamın oğlu, ağamın kızı..." diyerek konuşurduk.• Taşlanma olayından babanıza bahsettiniz mi?Bahsetmedim, bahsetsem ne olacak? O da bilirdi. Biz onlara muhtaçtık. Onlar düğününe çağıracak ki biz çalıp bahşiş alıcaz. Kimi şikâyet edelim? öyle bir cesaretimiz yoktu, aç kalırdık. Ondandır ki ayrıldım o topraklardan. Çeşitli türkülerde de isyan ettim buna.
'Abdalların şapkasız dolaşması olacak iş değildi,saygısızlık olarak kabul edilirdi. Bizler saçımızıtarayıp da insan içine başı açık çıkamazdık,kabul edilmezdi. Şapka takmak da yetmezdi,kaşımıza kadar indirirdik, gerisini siz anlayın...""Almanya'da evimdeyim, TRT'de 'rahmetliNeşet Ertaş'tan alınan şu türkü' deniliyordu.Herhalde ölmemizi istiyorlardı,ama bizden evvel gittiler."
Bir mantık olmalı insanda. Bizim ozanlarımız kendilerini Tanrılaştırmışlar. Bunların hiçbiri doğru değil. Sen Tanrı isen hepimiz Tanrı'yız, sen kulsan hepimiz kuluz. Neyin kuluyuz? Gönül kuluyuz.• O yıllarda evlendiniz. Bu konuya fazla girmeyeceğiz ama boşanmanızı açıklarken söylediğiniz "Eski yanıkları yüreğimden atamadım" sözünü biraz açmanızı rica edeceğiz.Genç yaşlarımızda hiçbir şey düşünmeden âşık oluruz. Çalışmaya başladım, evlendim ama yüreğimdeki aşk sönmedi. Yani âşık olmadan evlendim. Bu doğru değildi. Evlenecek bir insanın, evlenmeden evvel yaşadıklarını ruhundan çıkarması lazım ki evliliğine yönelsin. Mutlaka yüreğe iz eden olaylar vardır, onlar ayrı. Ben evliliğe saygıdan bahsediyorum. Keremler gibi yanarken, bekâr hayatından kurtulmak için evlenmem gerekiyordu. Böyle bilinçsiz adımların sonucu ayrılık oldu.• Askerlikten sonra Anadolu'da birçok turneye çıktınız.Anadolu'da nahiye ve kazalar dahil, hep gezdim. Yorulmak nedir bilmiyordum. Ben kendi özgür düşüncemle, kendi türkülerimi söylemeyi seçtim. Deyiş söyleyebilirdim ama deyişler arifçedir, önemli olan cahili eğitmektir. Bütün kötülükler cahillikten kaynaklanıyor: "Suçun sorumlusu ruhtur, vücudun günahı yoktur."• Birlikte oturduğunuz bir gece türkü söylerken Zeki Müren'in başını duvara vurarak ağladığını duymuştuk. Sizin hiç ağladığınız oldu mu?Ben 2-3 yaşlarında evcilik oynarken âşık olduğum o kıza söylediğim türküyü baştan sona bitiremem; "Bugün bana bir hal oldu / Yardan kara haber geldi." Kuru kuru, belki kendimi kontrol edip söyleyebilirim, içkili olursam söyleyemem. 'Hata Benim' albümünde de bir yerde takıldım. O albümdeki türküler bir nokta üzerindedir. Kendimizi bildik, hatalarımızı anladık, af diledik, kabul edilirse...• Çocukluğunuzda, gençlik döneminizde, hatta Ankara'da "yalnız" olduğunuz anlaşılıyor.Doğru. Benim ayağım yalın, karnım açtı. Çocukluğum, gençliğim böyleydi. Ankara'nın kalabalık caddesinde bir yoksul gördüm mü ona ne gerekiyorsa verirdim. Böyle bir dünyam vardı. Kaç kişiyi evlendirdim, bilmiyorum.Zaman oldu parmaklarım durdu. Evvelden de çalarken ufak tefek olurdu ama "Kalsın" derdim. Alkol, gıdasızlık... Sabah kalktığımda aç karnına bir dolu bardak susuz rakı içmezsem kendime gelemiyordum. Bizim sanatta nereye gitsen önce içki gelir. Ankara'da pavyondayım, perdeye basmak istiyorum, basamadım. Korkularım da var, evvelden. Gövdemden biı su boşaldı, sahneden indim. Hacettepe Hastanesi'nde hemen müdahale edecek imkân yokmuş. İsviçre'den bir doktor gelmiş. Sabaha karşı evini bulduk. Masaya yatırdı beni, ucu iğneli telefon fişi gibi bir kabloyu parmaklanma soktu, cereyan verdi, "Başka bir şey yapamam" dedi.Evimin kirasını ödeyemedim. Bir tanıdığa anlattım, "Böyle böyle" diye. Kravatını düzeltti, "Hı, hı" dedi, gitti. Sonra kardeşimin gönderdiği bakım kağıdıyla Almanya'ya gittim. Gurbetçilerin geçtiği köprüden aynı şekilde ben de geçtim.• Hastalığınız şuasında yakın çevrenizin gösterdiği vefasızlığı neye bağlıyorsunuz?Bu insanların ruh yapısına bağlıyorum ben. Karacaoğlan ne demiş? "İyi günde yaren, yoldaş çok olur / Dar gününde dost bulunmaz, nedendir?" Çalıp söyleyemiyordum, evden çıkmak zorunda kaldım. Çocuklarım analarının yanındaydı. Tedavi Almanya'da da 5-6 ay sürdü. O sürerken de düğünlere gidiyordum, bize ekmek lazımdı. Buradan gittiğimde çok etkilendim.20 küsur sene Almanya'da kaldım. Evime gelmek şöyle dursun, bir gün bir telefon eden, "öldün mü, sağ mısın?" diye soran olmadı. Aha, geldim, gidiyorum, duymadım. Hâlâ yok. İki-üç senedir, Telif Hakları Kanunu çıktı da türkülerimi okuyacak birisi olursa Kalan Müzik'i arıyor, firma da bana soruyor.• TRT'den arayan oldu mu:Yok. Ben radyoya imtihanla girmiştim, ayda iki defa 15 er dakika program hakkı verdiler bana. Nida Tüfekçi Ankara'ya Halk Müziği Şube Müdürü olarak gelmişti, ilk işi bizi dışarıya atmak oldu. Âşık Veysel'in bütün türkülerini, benim türkülerimi listeden çıkartmış, 5 tane türkümü bırakmışlardı. Bir daha radyoya uğramadım. Şimdi yenilik yapmak zorunda kaldıkları için benim türkülerimi de ekliyorlar.Almanya'da evimdeyim [gülüyor], TRT'de "rahmetli Neşet Ertaş'tan alınan şu türkü" deniliyordu. "Gitse de kurtulsak" mı diyorlar, nedir? Kimseye bir zararım da yok, kimsenin türküsünü çığırmıyorum. Alnımızda "ayrı bir millettir" diye yazmıyor. Herhalde ölmemizi istiyorlardı, ama bizden evvel gittiler [gülüyor],55 senedir sahnedeyim, türküler veriyorum. Biz bir renkiz, ben de bu ülkenin bir sanatçısıyım. TRT halkın vergileriyle yasayan bir kanal. Benim diğer kanallarda, şov programlarında ne işim var? Şov sanatçısı mıyım ben? 70 yaşına gelmişim...• Bu nedenle mi "devlet sanatçılığını kabul etmediniz?Ne demek devlet sanatçılığı? Hepimiz bu devletin vatandaşıyız, bu memleketin sanatçısıyız. Ayrıca bir "devlet sanatçısı" ne demek? Ben burada bir "ayrım" gördüğüm için kabul etmedim.• Siz Almanya'da iken burada türküleriniz okunuyordu, çoğaltılıyordu, kasetleriniz korsan basılıyordu.O saygısızlıklar maalesef ruhumu çok yıprattı. Neler neler... Yarım asır geçmiş, firmanın sahibi ölmüş, oğluna geçmiş; o ölmüş, onun oğluna... Burada Kalan Müzik'e teşekkür ediyorum. Ortada, ayaklar altında kalmış eski plakları derledi, topladı, düzgün bir şekilde yeniden sundu. Bazı kanallarda görüyordum, türkümü söylüyorlar, adımı söylemiyorlar. "Bu türkü kime ait?" diye soruyor, kimisi "Naçizane" diyor [gülüyor]. Bunlar da beni rahatsız etti, bahane oldu, geldim. Harbiye konserinde şaşırdım oranın dolu olduğunu görünce; sevindim de tabii. Bu cesareti de Hasan [Saltık] sağladı, ona borçluyum bunu.• Son dönemde, geçmişten farklı olarak, genç, üniversiteli, müzikal açıdan daha seçici bir dinleyici kitlesinden ilgi görüyorsunuz.Tabii, Anadolu'da, her yerde bunları görüyorum. Üniversiteler özel konserlere davet ediyorlar, gidiyorum. Konser bitiyor, etrafıma doluşuyorlar, sorular soruyorlar. Ben söylediğim türkülerin sözlerini "Sorusu da cevabı da içinde" olarak söyledim. Gençler, talebeler bunun ne olduğunu anlıyorlar. Yıllar önceki konserlerimde yaşlılar, orta yaşlılar olurdu. Bugün ise daha ziyade gençler dinliyor.• Abdal ve Bektaşi kimliğinizi daha rahat yaşayıp ifade edebildiğinizi düşünüyor musunuz?Evet. Madem "şu, şu" dendi, ben Abdal'ım, neslim de Abdal. Yani şu Laz, şu Kürt, şu Çerkez, Tatar ise, beni zaten —ben söylemeden- karşımdaki söylüyor: "Abdallar" diyor, ben de "Evet, Abdal'ım" diyorum, "benim adımı sen koydun." Ben diyorum ki, insan ve insanoğlu var. Bunlara ayrı ayrı isim takmak suçtur. Bu bir ayrımcılıktır, doğru değildir. Kim söylediyse suç işlemiştir. Bir aşağılık, bir yukarılık... Bu ayrımcılığın sonu kavgadır, kavganın kârı var mı?Birbirine düşman olan Fransa, Almanya, öteki beriki gelmişler bir araya, insanca anlaşmışlar, sınırlarını açmışlar birbirlerine, ne güzel. Bütün dünya eninde sonunda birleşecek.• İzmir'de günleriniz nasıl geçiyor?Müstakil bir evim var orda. Aşiretler geliyorlar, oturuyok, dertleşiyok. Bir de küçük bahçem var. 11-12 çeşit meyve dalı diktim, onlarla vakit geçiriyorum. Kanaryam Almanya'da kaldı. Hep bir kanaryam olurdu. Serbest bırakırım; kafesi vardır ama kapısı açıktır, yemini yer, çıkar. Onu bağlayamam ben. Kuşların en güzel seslisidir o.
Abdallar dağıldı gitti• Sizin kadına bakışınız farklı. "Kadınlar insandır, biz insanoğlu" diyorsunuz. Geldiğiniz kültürde de böyle midir, yoksa bu sizin şahsi görüşünüz mü?Kendi görüşüm bu. Bektaşi'yim ben, deyişler çocuğuyum. İnsanlara doğruyu onların anlayacağı şekilde söylemek gerekiyor. Şu kısa ömürde insanlar dünyaya geliyor, nereye geldiğini bilmeden gidiyor çoğu: "Vücut ölür ama ruhlar ölmez / bunca mahlûkat var, hiçbiri gülmez / Cehennem azabı zordur çekilmez / Azap çeken hayvanları görmeli." Kendi doğrularımı söylüyorum...• Abdallarda kadın müzisyenler var mı?Yok, bizde kadın müzisyen yok. Çalmazlar da, okumazlar da. Aile şeyi böyle. Yarım asır geçmiş, şimdi bile yok. Çünkü gidip geldiğimiz yerler erkek yerleri; düğünlere gidiyoruz. Varsa da, kendi aralarındadır.• Kürt Abdalları duydunuz mu hiç?Tabii, çok Kürt Abdalları var. Neden Kürt Abdalı? O da babalarımız gibi, gitmiş, Kürt köyünün içinde kalmış, Kürtlerin düğünlerinde çalmış, Kürtçe öğrenmiş. Onlara da "Kürt Abdalı" derler. Herkes nerede ise oranın Abdalı olmuş, biz de Anadolu'nun Abdalıyık.• Abdal müziği bugün yaratılabiliyor mu peki?Bizim çocuklarımız şapkalarının gölgesinden çıkamıyorlar. Duygusal insanlar bunlar, davet edilmeyen yere gitmeyen insanlar. Başkaları bizim türkülerimizi televizyon kanallarında söylüyor. Bizimkiler o cesarete sahip değiller. Eskiden düğünlerde "Cin işi, şeytan işi" derlerdi, kimse elini uzatmazdı saza, kemaneye, davula, zurnaya. Okula giden gençler bak-tılar ki cinin de, şeytanın da fotoğrafı yok, aldılar davul-zurnayı, sazı ellerine. Bizimkiler aç kaldı. Tahsilleri yok, aç kalanlar da dağıldı her tarafa. Benim bütün hısım-akrabalarım İzmir'e gelmiş.Şimdi hanımlar ev temizliğine gidiyorlar, kalanlar da hanımlarının yolunu bekliyor, bir cigara parası getirecek diye. Kendi mesleklerini yapamıyorlar. Bu gelenek, bu kaynak yok oluyor tabii. Abdallar dağıldı gitti. Bu türkülerin kaynağı kuruduğu zaman bu kültür ölmüştür.Bu kültüre Kültür Bakanlığı'nın el atması lazım. Bakanlığın, Türkiye'nin dört köşesindeki kaynakların özüne inmesi lazım. Abdallara aylık verilmesi lazım, "Siz bu kültürde doğal olanı devam ettirin" denmesi lazım. Benim ricalarımla Kırşehir'den ve Keskin'den 15er kişi bakanlığa alındı. Sözleşmeliler; kadroya alınmadılar daha. Bu insanların tahsili yok. Gençler okuyor ama bu sefer de sazı bırakıyorlar. Saz bize ecdattan gelen bir kanaldır, kaybolmaması gerekiyor.
Yayın Tarihi : 04.04.2008
Powered By Blogger