Kelimelerin etimolojik yapısı ve kullanımı üzerine bir site olup etiketleme usulüyle bir kelimenin en kıymetli edebi metinlerde geçen örnekleri tasnifli bir şekilde verilecektir.

22 Şubat 2009 Pazar

abdal

Başka anlamlar veya farklı yazılışlar için bakınız: Abdal

abdal

Türkçe

Anlamlar:
[1] (eskimiş) Gezgin derviş
[2] (eskimiş) Dilenci kılıklı, üstü başı perişan kimse
[3] (halk ağzı) (Alucra) Sünnetçi
[4] (halk ağzı) Çingene
[5] Çin'e bağlı özerk Uygur ülkesinde Kaşgar vilayeti yenişehir kazasında kullanılan ve temel olarak bir Türk lehçesi olan ,fakat bizim Eskişehir'in batısında kullanılan şiveye yakın Osmanlı Türkçesi ki içerisinde farsça kelimeler içeren bir Çağatay dili.[1] Kaşgar çevresindeki Yenişehir (Shūlè Xiàn)'de, Hanalik (Han-nan-li-k'o-pa-cha veya Hanerik) ve Paynap köylerinde Ayni (Uygurca: ئەينۇ ; Äynú veya ئابدال ; Abdal, Rusca: Эйну́, Айну, Абдал) abdal dilini konuşan göçebe insanlar yaşarlar[2]. Dilbilimcilere göre karışık bir dil, çoğunlukla dilbilgisi Türkçe, temel olarak aslında Uygurca, ama başlıca Farsi kelimeleri içerir[3]. Evde Ayni, dışarıda Uygurca konuşurlar.
[6] bedel kelimesinin çoğulu, bedeller demektir. Yani kendisi yerine değil, başkasının bedeline yaşayan kişi , evliya .
Açıklamalar:
Esasen esoterik sufi öğretisine ait bir kavram iken, 13. yy'da Anadolu'da heterodoks İslami tarikatler bünyesindeki meczup dervişler için kullanılmıştır. En eski kullanılan kaynak eser, Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilik kitabıdır.
Örnekler:
[1] "Varıp yaslanayım Hacı Bektaş'a / Abdalın olayım çullar içinde." -(Gevheri) (derviş anlamında)
[2] "Abdal ata binince bey oldum sanır / Şalgam aşa girince yağ oldum sanır / Çulu dökülür abdalın, herkes tanır / Suyu çeker şalgamın, aşık usanır" - Atasözü
Köken :
[1] (Arapça) abdāl (1. bedeller, 2. sufi düşüncesinde rical-i gaybın bir rütbesi) < badal (bedel)
Atasözleri:
Abdal abdalın ne umduğunu, ne bulduğunu ister
Dağ yürümezse abdal yürür
[4] Abdal ata binince bey oldum sanır, şalgam aşa girince yağ oldum sanır
[4] Abdal düğünden, çocuk oyundan usanmaz
[4] Abdalın dostluğu köy görününceye kadar
[4] Abdalın karnı doyunca gözü pabucundadır
[4] Abdalın yağı çok olursa gah borusuna çalar, gah gerisine
İlgili sözcükler:
[1] gezgin, derviş, Abdallı , abdal dili

[değiştir]
Azerice

[değiştir] Ad
Anlamlar:
[1] Aptal

[değiştir]
Osmanlıca

[değiştir] Ad
Anlamlar:
[1] Dünya ile ilgisini kesen mânevî makam sahibi kişi.
Örnekler:
"Hakk'ın zuhuru âlem ile ve âlemin vücûdu Hak'la kâimdir. Onunçün mutarraf dedi. Zîrâ mutarraf mefûl sigâsı üzere ibrişim-i ridâdır. Alem ise Hak yüzüne ridâdır. Abdâl-ı müminîne işâretdir ki esrâri adem-i ihatalarından nâşî kâfir oluruz diye havflerinden ellerin mushafa ururlar ve şeriâtin zahirine temessük ederler. Pes bunlara abdal demek adem-i ihatalarına göre ve hakâyıkın zuhurunda tebeddül ve teğayyürlerine binâendir vallahü alem." - Ruh-ul Mesnevi
Kaynaklar :
Sözlerin Soyağacı: abdal
Kaynak hatası etiketleri var, ama etiketi bulunamadı
"http://tr.wiktionary.org/wiki/abdal" adresinden alındı.
Sayfa kategorileri: Türkçe sözcükler Ad (Türkçe) Ad Anlamı olan Maddeler Eskimiş Eskimiş (Türkçe) Halk ağzı Halk ağzı (Türkçe) Alucra ağzı Örneği olan Maddeler Kökeni Olan Maddeler Arapça kökenli sözcükler Arapça kökenli sözcükler (Türkçe) Atasözüne Bağlantısı Olan Maddeler İlgili sözcükleri olan Maddeler Azerice sözcükler Ad (Azerice) Osmanlıca sözcükler Ad (Osmanlıca) Kaynak Verilmiş Maddeler

Abdal
Vikisözlük sitesinden
Git ve: kullan, ara

Başka anlamlar veya farklı yazılışlar için bakınız: abdal

[değiştir]
Türkçe

[değiştir] Özel ad
Anlamlar:
[1] (tarih) Safeviler devrinde İran'da yaşayan Türk oymaklarından biri.
[2] (tarih) Anadolu'da yaşayan oymaklardan bazısı.
[3] Afganistan'da yaşayan bir Türk boyunun adı.
Köken :
(Arapça) b-d-l kökünden gelmekte olup kahraman demektir.

[değiştir] Erkek adı
Anlamlar:
[1] Tasavvufta Allah'ın sevgili kulları arasından seçilmiş kırk din büyüklerinin adı.
[2] Eskiden tarikatlara bağlı dervişlere verilen ad.
[3] Allah'a ulaşma yolunda belli aşamaya erişen kimse.
[4] Gezgin derviş.
[5] Dilenci kılıklı, üstü başı perişan kimse.
Örnekler:
[5] "Abdal Ata Binince Bey Oldum Sanır; Şalgam Aşa Girince Yağ Oldum Sanır; Çulu Dökülür Abdalın, Herkes Tanır; Suyu Çeker Şalgamın, Aşık Usanır"
Köken :
(Arapça)
Türetilmiş Kavramlar:
Abdallı, batal, battal
Açıklamalar: Çin'e bağlı özerk Uygur ülkesinde Kaşgar vilayeti yenişehir kazasında kullanılan ve temel olarak bir Türk lehçesi olan ,fakat bizim Eskişehir'in batısında kullanılan şiveye yakın Osmanlı Türkçesi ki içerisinde farsça kelimeler içeren bir Çağatay dili.[1] Kaşgar çevresindeki Yenişehir (Shūlè Xiàn)'de, Hanalik (Han-nan-li-k'o-pa-cha veya Hanerik) ve Paynap köylerinde Ayni (Uygurca: ئەينۇ ; Äynú veya ئابدال ; Abdal, Rusca: Эйну́, Айну, Абдал) abdal dilini konuşan göçebe insanlar yaşarlar[2]. Dilbilimcilere göre karışık bir dil, çoğunlukla dilbilgisi Türkçe, temel olarak aslında Uygurca, ama başlıca Farsi kelimeleri içerir[3]. Evde Ayni, dışarıda Uygurca konuşurlar.
Yan Kavramlar:
Abdal Musa
Kaynaklar :
Vikipedi Maddesi: "Abdal"
Türk Dil Kurumu: "Abdal"

Abdallar ve Neşet Ertaş hakkında - Can Dündar

AGOS - Erol Mutlu, Ulaş Tosun,
Müziğiyle ve kimliğiyle 70 yıldır yürüyen bir Abdal: Neşet Ertaş
Gör ki neler geleli o 'garip' başa
Abdallar ve Neşet Ertaş hakkında
Terim olarak "gezgin, derviş, deli, sofu, veli, mecnun, divane, şaşkın" gibi anlamlar barındıktan 'Abdal' sözcüğü, IX. yüzyıldan sonra tasavvufi bir anlamda da kullanılmıştır. Yerleşik inanç sisteminin dışında konumlanan, Kalenderilik ve Bektaşilik ile sıkı bir ilişki içinde biçimlenen bu topluluk, Anadolu'da aşiret yapısı içinde örgütlenmiştir. İnançları ve ayinleri açısından büyük oranda Anadolu Aleviliği kapsamında yer alırlar ve diğer Alevi zümreleri ile ortaklıklar gösterirler. Türkmenlik gibi tek bir etnik kökene indirgenemeyecek kadar karmaşık bir tarihi olan Abdalların -kimi ortak özellikler taşımakla birlikle- Çingenelerden de ayrı bir etnik yapıları olduğu düşünülmektedir. Bazı yerel araştırmaların ortaya koyduğu verilerden hareketle. Abdalların "gizli" ve "özel" bir dilleri olduğu da söyleniyor.Başta Orta Anadolu (Kırşehir, Yozgat, Konya, Kayseri, Keskin), Çukurova (Toroslar, Adana), Doğu (Antep, Diyarbakır, Maraş) ve Ege illeri olmak üzere ülkenin birçok yerine dağılmış olan bu göçmen topluluk, günümüzde büyük oranda yerleşik hayata geçmiş bulunuyor. Anadolu'da elekçilik, sepetçilik, kalaycılık, nalbantlık, davulculuk gibi el sanatlarıyla uğraşan Abdalların en yaygın mesleklerinden bin "çalgıcılık", yani mü-zisyenlik.Abdalların bulundukları yerlerde dışlandıklarına, marjinal bir hayata hapsedildiklerine dair birçok veriden bahsedilebilir. Bu duruma yoksulluk, kendini topluma uyarlamak için kimliklerini törpülemek ya da kapalı mahallelerde "savunma" duygusu ile yaşamak gibi olguları eklemek de mümkün. Dolayısıyla, hâkim toplumsal yapıya kendini adapte etme çabası, sonuçları itibariyle bir asimilasyon sürecine dönüşme tehlikesi taşıyor.Abdalların yaygın uğraşlarından olan müzik üretiminin önemli kanallarından biri Kırşehir bölgesinde karşımıza çıkmaktadır. Bulduk Usta ve Yusuf Deveci'nin yanında çıraklık eğitimini aldıktan sonra kendi özgün yorumuyla bir ekol oluşturan Muharrem Ertaş (1913-1984) bu zincirin önemli bir halkasını temsil ediyor.Onu Hacı Taşan, Çekiç Ali gibi yerel sanatçıların takip ettiğini belirtelim. Abdal müziğini yerel üretimin sınırları dışına çıkaran ve geniş dinleyici kesimleriyle buluşturan ilk popüler isim ise Neşet Ertaş olmuştur.Neşet Ertaş 1938'de Kırşehir'in Kırtıllar (Tırtıllar) adlı bir Abdal köyünde doğdu. Daha çocukluk döneminde, 5-6 yaşlarında iken "köçek" olarak babasının yanında düğünlere giden Ertaş, ihtiyaca göre zil, keman, cümbüş gibi enstrümanlar çaldı; daha sonra bağlamayla devam etti. Gu-ruru kırıldığı için köçekliği bırakıp Ankara'ya gitti; yıllarca pavyonlarda, düğünlerde, turnelerde müzik yaptı, İstanbul'da plaklar doldurdu. En sevilen şarkılarını bu dönemde besteledi. 1978 yılında alkol nedeniyle sağlığı bozuldu, tedavi için Almanya'ya gitti ve yıllarca dönmedi, hatta öldüğü yolunda haberler çıktı. 1999 yılında Kalan Müzik, Ertaş'ın bütün eserlerini bir CD külliyatı olarak yayınlamaya başladı. Müzik yaşamıyla üç kitaba konu oldu: B. Bilge Tokel. Bir Neşet Ertaş Kitabı, (Akçağ Yay., 1999); O. Özcan, Neşet Ertaş; Yaşamı ve Bütün Türküleri, (Simurg, 2001); H. Akman, Gönül Dağında Bir Garip, (İş Bankası Kültür Yay., 2006). Neşet Ertaş hakkında, Can Dündar tarafından hazırlanmış bir belgesel film de (Garip: Neşet Ertaş Belgeseli, Kalan Müzik, 2005) bulunuyor. Abdal müziğinin yaşayan bu son büyük temsilcisi ile, konser vermek üzere geldiği İstanbul'da bir söyleşi yaptık.
• Abdal müziğinin önemli bir kaynağı olan babanız Muharrem Ertaş'tan başlayalım isterseniz.Abdallarda 5-6 yaşına gelen erkek çocukları düğünlere götürmeye başlarlar. Önce boş durmaması için bir zil verirler eline. Köçeklik yapılırdı bizim memlekette. Erkek çocukları böyle başlardı, biraz büyüyünce kaşıklarla oynarlardı. Bu süre içinde bizim cemlerde, cemiyetlerde nasıl oturulur kalkılır, gözlemlerlerdi. Yaş 11-12'yi geçtikten sonra da kabiliyeti gereği saz, keman, davul, birini alır, devam ederdi. Hiçbirine yeteneği yoksa köçekliğe devanı ederdi. Babam da ustasından dinlediği türküleri, bozlakları havalandırarak başlamış. Kendisi cemlere zakir olarak katılırdı. Dedenin yanında Pir Sultan Abdal'dan, Hatayî'den deyişler çalıp söylerdi. Babamın İm yönü cemlerimizde kalırdı. Cem dışında semah çalıp söylemezdi. Düğünlere gidilince, dışarıya göre hareket edilirdi. Karaca-oğlan, Aşık Kerem gibi Abdal kanalından gelen ozanların türkülerini havalandırırdı. Abdal geleneği çok eskilere dayanan bir kanaldır.
• Kökeninizi, size neden 'Abdal' dendiğini babanızla konuşur muydunuz?Birbirimize bir şey dememize gerek olmazdı. Her vardığımız yerde "Abdallar geldi, Abdallar gitti" derlerdi; artık üstlenmiştik bunu. Ülkemizdeki çeşitli milletleri sayarlar, en son "Cingan" derlerdi. Biz Cinganlardan bir önce gelirdik; 'Dertli Yoldaş' adlı türkümde de söylemiştim: "Zengin isen ya bey derler ya paşa / Fukara isen ya Abdal derler ya Cingan, hâşâ." Bize de davul-düğün çalgıcıları, Abdallar derlerdi. O dönem pek bilemezdik ama sonradan okuduğumuza göre Horasan'dan gelirmiş Abdallar.• Siz müziğe nasıl başladınız?Beni 6 yaşındayken zille başlara babam. Hem köçeklik yapardım, hem zil çalardım. Darbuka da çalardım. Babam saz çalardı, ben onun yanında saz çalamazdım. Abim keman çalıyordu, ben de cümbüşe başladım.• Köçeklik yapmayı bırakmanız nasıl oldu?Tatsız bir olay sonucunda oldu. Kırıkkale'de bir köye gitmiştik, fasıl etmemiz gerekmişti. Babam oynamamı teklif etti, saygıyla kabul ettim. Bu arada bir ses kulağıma geldi: "Vah yazık, pek gencimiş" gibilerden. Ritim zillerini babamın önüne koydum. Anladı. Bilirdik birbirimizi, arif in-sandı, hiçbir kelime söylemedi. O da üzüldü böyle bir davranışa maruz kalmama.• Bir röportajınızda "Gezdiğimiz yerlerde kimse bizimle arkadaşlık etmezdi" diyorsunuz. Gittiğiniz köylerde yaşıtlarınızla ilişkiniz nasıldı?Abdal köylerinde yaşıtlarımla oynardım. Ancak ben babamın arkadaşıy-dım, bir köye gittiğimizde babam saz çalardı, ben de yanında olurdum. Fazla yük olmamak için uzun süre kalmazdık. Çok fazla arkadaşlık edecek durum olmazdı. Çocukluk yaşımı yaşayamadım. Bir gün bir köyde çocuklarla oynadığım sırada birinin "Biz topraktan hasıl olmuşuz, siz fışkıdan" dediğini duydum. Bunu babasından duymuş ki bize söylüyor. Bunlar fesat yaratan paslı beyinlerin, cahilliğin ifadeleri.• Bu bakış açısı sizi nasıl etkiliyordu?İnsanlar aşağılanınca incinir. Ben bunu kabul etmiyorum. Bir atasözü haline gelmiş, "Kızı kendine bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya" diye. Bu ne demek? Bizi bahane ederek, aşağılayarak, kızlarının gönlüne gem vurarak, kendi istedikleri yere veriyorlar. Gençtik, gittiğimiz köylerde âşık oluyorduk. Ama bir Abdal'ın böyle bir şey yaşamasına imkân verilmezdi. Kendi çevremizdeki üç-beş Abdal ailesi kendi içinde evlenirdi. Diyemiyorduk ki "Biz âşık olduk, gönlümüz başkasında." Bırakın benim gençlik yıllarımı, bugün bile bize kız vermezler. Oğlum Almanya'da bir okul arkadaşına âşık oldu. Kızın ailesi "Bunlar Abdal'dır" diye vermedi, kız kendi aklıyla gelinimiz oldu.• Sizin de böyle bir hikâyeniz var galiba...Hangi birini anlatayım? Sadece benim değil, tüm Abdalların kaderi böyle. Evcilik oynadığım kıza âşık oldum ben, ondan sonrasında âşık bir çocuk oldum. Gittiğim her yerde âşık oldum. Babam da böyleydi, ikimiz de âşıktık. Göze yasak yoktu, görüp sevdalanırdık. Anam ölünce babam beş öksüzünü yükleyip bir hayvanın sırtına, köy köy gezerek bize ana aramıştı. Kimse bize kızını, dul gelinini vermedi. İnsan insan olsaydı belki kardeşim üç aylıkken bakımsızlıktan ölmeyecekti.• Sevdalandığınız kadınlarla iletişim kurabiliyor muydunuz?Mümkün mü? Konuşmayı bırak, ona bir dönüp de bakabiliyor muydun? Ona baktığın bir görülsün hele... Kapısının önünden bir geç bakalım. Kafamızı kaldırıp bakamazdık bile. Bunlar bizim için tehlikeydi [gülüyor]. Öte yanına gitmeyin, "Bakamazdık bile" diyorum, daha ne diyeyim?• Babanız askerdeyken hayatınızı nasıl sürdürdünüz?Köyün hemen hepsi "deşirme" yani dilenmeyle geçinirdi. Babam askere gidince, köylülerden biri dedi ki "Al babanın sazını, benimle dolaş." 8 yaşındaydım. Köy köy, kapı kapı gezdik. Un, buğday, bulgur, ne verirlerse onla geçindik. On beş köy gezdik, kimse bana demedi ki "Şu sazı bir çal, dinleyeyim."• Babanızla beraber hakaretlere uğradığınızda, Muharrem Usta bırakıp gitmeyi düşündü mü hiç?Bizim başka gelirimiz yoktu. Bu işi yapmak zorundaydık. Babam beş öksüzü hangi duvarın dibine bıraksın da gitsin? Çaresizlik içinde kalıyordu. İnsana yakışmayan bu aşağılamaları istese de kabul etmişti, istemese de.• Kırşehir'den ayrılıp Ankara'ya gittiğinizde neler yaşadınız?Ümit yokluğu içindeydik. O sıra radyo' diye bir şey kuruldu, toplanıp dinlerdik Orada dayım Hacı Taşan'ı duydum. Onun sesini duyunca, yerimde duramaz oldum. Kimseye haber vermedim. Aldım sazı, bindim otobüse, Ankara Radyoevi'ne gittim. İlk gün kimseyle konuşamadık. Ertesi gün nihayet içeri girdim, Muzaffer Sarısözen hocayı gördüm, oturuyordu. Orda babamın bir bozlağını havalandırdım. Hoca kalktı, karşı tarafa notasını yazdı. Beğendiler. Kayıttan sonra döndüm köye. Üç ayda bir de mektup gelirdi. Çağırırdı, söylerdim.Sonra İstanbul'a gittim, günlerce karın tokluğuna iş aradım. Nihayet Şençalar Plak stüdyosuna gittim. Orda çaldım, mukavele imzaladım. Kadri Şençalar beni aldı, Beyoğlu Saz'a getirdi, öğle ve akşam orada yemek yiyeceğim, akşamları da saz çalacağım. Plak başına 25 kuruş alacaktım ama, nerde... İki sene İstanbul'da böyle çalıştıktan sonra Kırşehir’e döndüm ama tutunamadım oralarda. Ankara'ya gittim, orda pavyonlarda çalıştım.• Ankara'daki yıllarınızda dinlediğiniz müzisyenler var mıydı?Bayram Aracı'dan çok esinlendik. Mahzuni'yi dinlerdim, o da beni dinlerdi. Orhan Gencebay'ı da dinlerdim, sözleri sağlam olduğu için. Davut Sulari'nin sazını da sesini de severdim; kendine has bir tavrı vardı. Veysel'imize saygımız var, 'şair' derim ben ona.Abdal olmayan herkes ağamızdı
• İstanbul'dan Kırşehir'e döndüğünüzde üzücü bir olay yaşamışsınız.Her sabah kalkar çarşıya giderdik, akşam olmadan da evimizin ihtiyacını alır, dönerdik, İstanbul'dayken gördüm, orda herkes birbirine denkti. Ona sebep, ben de Kırşehir'de şapka takmamıştım. Yolun kenarında cami vardı. Yaşlılar caminin kenarında oturuyorlardı. Dönüşte caminin önünden geçerken çocuklar beni taslamaya başladılar, Bağbaşı mahallesinde şapkasız geziyorum diye. O tarihlerde Abdalların şapkasız dolaşması olacak iş değildi, saygısızlık olarak kabul edilirdi. Bizler saçımızı tarayıp da insan içine başı açık çıkamazdık, kabul edilmezdi, hazmetmezlerdi. Şapka takmak da yetmezdi, kaşımıza kadar indirirdik, gerisini siz anlayın... Düğün-derneklerde de sürekli şapka takardık. Abdal olmayan herkes, büyüğü de küçüğü de bizim ağamızdı. Onlara hürmet göstermek zorundaydık. Beş yaşında bir çocukla bile "Ağamın oğlu, ağamın kızı..." diyerek konuşurduk.• Taşlanma olayından babanıza bahsettiniz mi?Bahsetmedim, bahsetsem ne olacak? O da bilirdi. Biz onlara muhtaçtık. Onlar düğününe çağıracak ki biz çalıp bahşiş alıcaz. Kimi şikâyet edelim? öyle bir cesaretimiz yoktu, aç kalırdık. Ondandır ki ayrıldım o topraklardan. Çeşitli türkülerde de isyan ettim buna.
'Abdalların şapkasız dolaşması olacak iş değildi,saygısızlık olarak kabul edilirdi. Bizler saçımızıtarayıp da insan içine başı açık çıkamazdık,kabul edilmezdi. Şapka takmak da yetmezdi,kaşımıza kadar indirirdik, gerisini siz anlayın...""Almanya'da evimdeyim, TRT'de 'rahmetliNeşet Ertaş'tan alınan şu türkü' deniliyordu.Herhalde ölmemizi istiyorlardı,ama bizden evvel gittiler."
Bir mantık olmalı insanda. Bizim ozanlarımız kendilerini Tanrılaştırmışlar. Bunların hiçbiri doğru değil. Sen Tanrı isen hepimiz Tanrı'yız, sen kulsan hepimiz kuluz. Neyin kuluyuz? Gönül kuluyuz.• O yıllarda evlendiniz. Bu konuya fazla girmeyeceğiz ama boşanmanızı açıklarken söylediğiniz "Eski yanıkları yüreğimden atamadım" sözünü biraz açmanızı rica edeceğiz.Genç yaşlarımızda hiçbir şey düşünmeden âşık oluruz. Çalışmaya başladım, evlendim ama yüreğimdeki aşk sönmedi. Yani âşık olmadan evlendim. Bu doğru değildi. Evlenecek bir insanın, evlenmeden evvel yaşadıklarını ruhundan çıkarması lazım ki evliliğine yönelsin. Mutlaka yüreğe iz eden olaylar vardır, onlar ayrı. Ben evliliğe saygıdan bahsediyorum. Keremler gibi yanarken, bekâr hayatından kurtulmak için evlenmem gerekiyordu. Böyle bilinçsiz adımların sonucu ayrılık oldu.• Askerlikten sonra Anadolu'da birçok turneye çıktınız.Anadolu'da nahiye ve kazalar dahil, hep gezdim. Yorulmak nedir bilmiyordum. Ben kendi özgür düşüncemle, kendi türkülerimi söylemeyi seçtim. Deyiş söyleyebilirdim ama deyişler arifçedir, önemli olan cahili eğitmektir. Bütün kötülükler cahillikten kaynaklanıyor: "Suçun sorumlusu ruhtur, vücudun günahı yoktur."• Birlikte oturduğunuz bir gece türkü söylerken Zeki Müren'in başını duvara vurarak ağladığını duymuştuk. Sizin hiç ağladığınız oldu mu?Ben 2-3 yaşlarında evcilik oynarken âşık olduğum o kıza söylediğim türküyü baştan sona bitiremem; "Bugün bana bir hal oldu / Yardan kara haber geldi." Kuru kuru, belki kendimi kontrol edip söyleyebilirim, içkili olursam söyleyemem. 'Hata Benim' albümünde de bir yerde takıldım. O albümdeki türküler bir nokta üzerindedir. Kendimizi bildik, hatalarımızı anladık, af diledik, kabul edilirse...• Çocukluğunuzda, gençlik döneminizde, hatta Ankara'da "yalnız" olduğunuz anlaşılıyor.Doğru. Benim ayağım yalın, karnım açtı. Çocukluğum, gençliğim böyleydi. Ankara'nın kalabalık caddesinde bir yoksul gördüm mü ona ne gerekiyorsa verirdim. Böyle bir dünyam vardı. Kaç kişiyi evlendirdim, bilmiyorum.Zaman oldu parmaklarım durdu. Evvelden de çalarken ufak tefek olurdu ama "Kalsın" derdim. Alkol, gıdasızlık... Sabah kalktığımda aç karnına bir dolu bardak susuz rakı içmezsem kendime gelemiyordum. Bizim sanatta nereye gitsen önce içki gelir. Ankara'da pavyondayım, perdeye basmak istiyorum, basamadım. Korkularım da var, evvelden. Gövdemden biı su boşaldı, sahneden indim. Hacettepe Hastanesi'nde hemen müdahale edecek imkân yokmuş. İsviçre'den bir doktor gelmiş. Sabaha karşı evini bulduk. Masaya yatırdı beni, ucu iğneli telefon fişi gibi bir kabloyu parmaklanma soktu, cereyan verdi, "Başka bir şey yapamam" dedi.Evimin kirasını ödeyemedim. Bir tanıdığa anlattım, "Böyle böyle" diye. Kravatını düzeltti, "Hı, hı" dedi, gitti. Sonra kardeşimin gönderdiği bakım kağıdıyla Almanya'ya gittim. Gurbetçilerin geçtiği köprüden aynı şekilde ben de geçtim.• Hastalığınız şuasında yakın çevrenizin gösterdiği vefasızlığı neye bağlıyorsunuz?Bu insanların ruh yapısına bağlıyorum ben. Karacaoğlan ne demiş? "İyi günde yaren, yoldaş çok olur / Dar gününde dost bulunmaz, nedendir?" Çalıp söyleyemiyordum, evden çıkmak zorunda kaldım. Çocuklarım analarının yanındaydı. Tedavi Almanya'da da 5-6 ay sürdü. O sürerken de düğünlere gidiyordum, bize ekmek lazımdı. Buradan gittiğimde çok etkilendim.20 küsur sene Almanya'da kaldım. Evime gelmek şöyle dursun, bir gün bir telefon eden, "öldün mü, sağ mısın?" diye soran olmadı. Aha, geldim, gidiyorum, duymadım. Hâlâ yok. İki-üç senedir, Telif Hakları Kanunu çıktı da türkülerimi okuyacak birisi olursa Kalan Müzik'i arıyor, firma da bana soruyor.• TRT'den arayan oldu mu:Yok. Ben radyoya imtihanla girmiştim, ayda iki defa 15 er dakika program hakkı verdiler bana. Nida Tüfekçi Ankara'ya Halk Müziği Şube Müdürü olarak gelmişti, ilk işi bizi dışarıya atmak oldu. Âşık Veysel'in bütün türkülerini, benim türkülerimi listeden çıkartmış, 5 tane türkümü bırakmışlardı. Bir daha radyoya uğramadım. Şimdi yenilik yapmak zorunda kaldıkları için benim türkülerimi de ekliyorlar.Almanya'da evimdeyim [gülüyor], TRT'de "rahmetli Neşet Ertaş'tan alınan şu türkü" deniliyordu. "Gitse de kurtulsak" mı diyorlar, nedir? Kimseye bir zararım da yok, kimsenin türküsünü çığırmıyorum. Alnımızda "ayrı bir millettir" diye yazmıyor. Herhalde ölmemizi istiyorlardı, ama bizden evvel gittiler [gülüyor],55 senedir sahnedeyim, türküler veriyorum. Biz bir renkiz, ben de bu ülkenin bir sanatçısıyım. TRT halkın vergileriyle yasayan bir kanal. Benim diğer kanallarda, şov programlarında ne işim var? Şov sanatçısı mıyım ben? 70 yaşına gelmişim...• Bu nedenle mi "devlet sanatçılığını kabul etmediniz?Ne demek devlet sanatçılığı? Hepimiz bu devletin vatandaşıyız, bu memleketin sanatçısıyız. Ayrıca bir "devlet sanatçısı" ne demek? Ben burada bir "ayrım" gördüğüm için kabul etmedim.• Siz Almanya'da iken burada türküleriniz okunuyordu, çoğaltılıyordu, kasetleriniz korsan basılıyordu.O saygısızlıklar maalesef ruhumu çok yıprattı. Neler neler... Yarım asır geçmiş, firmanın sahibi ölmüş, oğluna geçmiş; o ölmüş, onun oğluna... Burada Kalan Müzik'e teşekkür ediyorum. Ortada, ayaklar altında kalmış eski plakları derledi, topladı, düzgün bir şekilde yeniden sundu. Bazı kanallarda görüyordum, türkümü söylüyorlar, adımı söylemiyorlar. "Bu türkü kime ait?" diye soruyor, kimisi "Naçizane" diyor [gülüyor]. Bunlar da beni rahatsız etti, bahane oldu, geldim. Harbiye konserinde şaşırdım oranın dolu olduğunu görünce; sevindim de tabii. Bu cesareti de Hasan [Saltık] sağladı, ona borçluyum bunu.• Son dönemde, geçmişten farklı olarak, genç, üniversiteli, müzikal açıdan daha seçici bir dinleyici kitlesinden ilgi görüyorsunuz.Tabii, Anadolu'da, her yerde bunları görüyorum. Üniversiteler özel konserlere davet ediyorlar, gidiyorum. Konser bitiyor, etrafıma doluşuyorlar, sorular soruyorlar. Ben söylediğim türkülerin sözlerini "Sorusu da cevabı da içinde" olarak söyledim. Gençler, talebeler bunun ne olduğunu anlıyorlar. Yıllar önceki konserlerimde yaşlılar, orta yaşlılar olurdu. Bugün ise daha ziyade gençler dinliyor.• Abdal ve Bektaşi kimliğinizi daha rahat yaşayıp ifade edebildiğinizi düşünüyor musunuz?Evet. Madem "şu, şu" dendi, ben Abdal'ım, neslim de Abdal. Yani şu Laz, şu Kürt, şu Çerkez, Tatar ise, beni zaten —ben söylemeden- karşımdaki söylüyor: "Abdallar" diyor, ben de "Evet, Abdal'ım" diyorum, "benim adımı sen koydun." Ben diyorum ki, insan ve insanoğlu var. Bunlara ayrı ayrı isim takmak suçtur. Bu bir ayrımcılıktır, doğru değildir. Kim söylediyse suç işlemiştir. Bir aşağılık, bir yukarılık... Bu ayrımcılığın sonu kavgadır, kavganın kârı var mı?Birbirine düşman olan Fransa, Almanya, öteki beriki gelmişler bir araya, insanca anlaşmışlar, sınırlarını açmışlar birbirlerine, ne güzel. Bütün dünya eninde sonunda birleşecek.• İzmir'de günleriniz nasıl geçiyor?Müstakil bir evim var orda. Aşiretler geliyorlar, oturuyok, dertleşiyok. Bir de küçük bahçem var. 11-12 çeşit meyve dalı diktim, onlarla vakit geçiriyorum. Kanaryam Almanya'da kaldı. Hep bir kanaryam olurdu. Serbest bırakırım; kafesi vardır ama kapısı açıktır, yemini yer, çıkar. Onu bağlayamam ben. Kuşların en güzel seslisidir o.
Abdallar dağıldı gitti• Sizin kadına bakışınız farklı. "Kadınlar insandır, biz insanoğlu" diyorsunuz. Geldiğiniz kültürde de böyle midir, yoksa bu sizin şahsi görüşünüz mü?Kendi görüşüm bu. Bektaşi'yim ben, deyişler çocuğuyum. İnsanlara doğruyu onların anlayacağı şekilde söylemek gerekiyor. Şu kısa ömürde insanlar dünyaya geliyor, nereye geldiğini bilmeden gidiyor çoğu: "Vücut ölür ama ruhlar ölmez / bunca mahlûkat var, hiçbiri gülmez / Cehennem azabı zordur çekilmez / Azap çeken hayvanları görmeli." Kendi doğrularımı söylüyorum...• Abdallarda kadın müzisyenler var mı?Yok, bizde kadın müzisyen yok. Çalmazlar da, okumazlar da. Aile şeyi böyle. Yarım asır geçmiş, şimdi bile yok. Çünkü gidip geldiğimiz yerler erkek yerleri; düğünlere gidiyoruz. Varsa da, kendi aralarındadır.• Kürt Abdalları duydunuz mu hiç?Tabii, çok Kürt Abdalları var. Neden Kürt Abdalı? O da babalarımız gibi, gitmiş, Kürt köyünün içinde kalmış, Kürtlerin düğünlerinde çalmış, Kürtçe öğrenmiş. Onlara da "Kürt Abdalı" derler. Herkes nerede ise oranın Abdalı olmuş, biz de Anadolu'nun Abdalıyık.• Abdal müziği bugün yaratılabiliyor mu peki?Bizim çocuklarımız şapkalarının gölgesinden çıkamıyorlar. Duygusal insanlar bunlar, davet edilmeyen yere gitmeyen insanlar. Başkaları bizim türkülerimizi televizyon kanallarında söylüyor. Bizimkiler o cesarete sahip değiller. Eskiden düğünlerde "Cin işi, şeytan işi" derlerdi, kimse elini uzatmazdı saza, kemaneye, davula, zurnaya. Okula giden gençler bak-tılar ki cinin de, şeytanın da fotoğrafı yok, aldılar davul-zurnayı, sazı ellerine. Bizimkiler aç kaldı. Tahsilleri yok, aç kalanlar da dağıldı her tarafa. Benim bütün hısım-akrabalarım İzmir'e gelmiş.Şimdi hanımlar ev temizliğine gidiyorlar, kalanlar da hanımlarının yolunu bekliyor, bir cigara parası getirecek diye. Kendi mesleklerini yapamıyorlar. Bu gelenek, bu kaynak yok oluyor tabii. Abdallar dağıldı gitti. Bu türkülerin kaynağı kuruduğu zaman bu kültür ölmüştür.Bu kültüre Kültür Bakanlığı'nın el atması lazım. Bakanlığın, Türkiye'nin dört köşesindeki kaynakların özüne inmesi lazım. Abdallara aylık verilmesi lazım, "Siz bu kültürde doğal olanı devam ettirin" denmesi lazım. Benim ricalarımla Kırşehir'den ve Keskin'den 15er kişi bakanlığa alındı. Sözleşmeliler; kadroya alınmadılar daha. Bu insanların tahsili yok. Gençler okuyor ama bu sefer de sazı bırakıyorlar. Saz bize ecdattan gelen bir kanaldır, kaybolmaması gerekiyor.
Yayın Tarihi : 04.04.2008

Dilcinin Kaynak eserleri nelerdir?

Metin tanıkları
Sözlüğün "En erken Türkçe örnek" kolonunda kullandığım kısaltmalar aşağıda gösterilmiştir. Halen işin başında olduğum için liste eksik ve yetersizdir. Ayrıca çalışmanın ilk aşamalarında aldığım notlarla daha yeni eklenenler arasında metod ve hassasiyet farkı vardır.

19. yy başına kadar olan örnekler Romen rakamlarıyla YÜZYIL OLARAK, 19. yy'dan sonrakiler ise mümkün mertebe YIL OLARAK belirtilmiştir. "xx/a" yirminci yüzyılın ilk otuz yılı, "198+" 1980'li yıllar anlamına gelir.

GÜNCEL Türkçede kullanılan her kelimenin Türkçe metinlerde VEYA sözlüklerde bulabildiğim en erken örneğini kaydetmeye çalıştım. Doğal olarak, çalışma ilerledikçe DAHA ERKEN örneklerin de ortaya çıkacağı muhakkaktır. Delinin posteki saymasını andıran bu çalışmada bana yardımcı olabilecekler varsa minnettar olacağım.

Kısaltma Açıklama

28M 1720 Yirmisekiz Mehmet Çelebi Paris Sefaretnamesi

Abdî xvii Abdî Divan

Adıvar 192+ Halide Edip Adıvar ; çeşitli eserleri

AErbulak 1978 Altan Erbulak

Ahteri xvi Ahteri Lugati

Aİhsan 1891 Ahmet İhsan Avrupa'da Ne Gördüm; ed. Servante & Gündoğdu 2007

Aktunç 1990 Hulki Aktunç Büyük Argo Sözlüğü

Ali xvi Selanikli Mutafa Âli ; çeşitli eserler (1587-1596), Tietze'den

Alus 1944 Sermet Muhtar Alus Eski Çapkın Anlatıyor

AMithat 1875-1900 Ahmet Mithat Ef. ; çeşitli romanlar

Amr xv Amrdovlat Amasyatsi Ankidats Anbed; ed. K. J. Basmadjian 1926

ARasim 1899 Ahmet Rasim Şehir Mektupları (1897-1899); ed. Nuri Akbayar 2005

AResmi 1757 Ahmet Resmi Efendi Rusya Sefaretnamesi

Arg xvi Filippo Argenti (1533) ; ed. Milan Adamovic 2001

Aş xiv Aşık Paşa Garib-name; ed. Kemal Yavuz 2000

AşZ xv Aşıkpaşazade Tarih

Atebe xiii Edip Ahmet Yüknekî Atebet-ül Hakayık; ed. Ahmet Caferoğlu

Bah 1924 Mehmet Bahaettin (Toven) Yeni Türkçe Lugat

Bahş xv anon. Bahşayış Lugati; ed. Fikret Turan 2001

Barkan xvi Ömer Lütfi Barkan Osmanlı İmparatorluğunda Zirai Ekonominin1943

Basiret 1870-1877 Basiretçi Ali Bey Basiret (gazete); ed. Nuri Sağlam 2001

Bia 185+ T. X. Bianchi Dictionnaire Turc-Français

Birikim 1978 Birikim Dergisi

BK xviii Mütercim Asım Burhan-ı Katı Tercemesi; ed. Öztürk & Örs 2000

Bovary (Akyüz) 1942 H. Akyüz Madame Bovary Çevirisi

CepK 1935 Osmanıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu

CMeriç 1963 Cemil Meriç Jurnal

CodC xiii Codex Cumanicus

Cumh 1928-2008 Cumhuriyet (gazete)

Çağ xv Pavet de Courteille Dictionnaire Turc Oriental

Damadzade 1731

DanişN xiv Danişmendname

Dinçmen 1967 Kriton Dinçmen Psikiyatri El Kitabı

Diyojen 1870 Teodor Kasap Diyojen Dergisi

DK xiv Dede Korkut Kitabı; ed. Muharrem Ergin 1997

DS 1952 Derleme Sözlüğü

DTC 1943 Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi

DursunB xv Dursun Bey

Düs I. 187+ Düstur 1. Tertip

Düs II. 1873 Düstur 2. Tertip

EEğilmez 195+ Esat Eğilmez

EkşiS 1997-2008 Ekşi Sözlük

Env xv Enveri Düsturname-i Enveri (1481); ed. Necdet Öztürk 2003

EvÇ xvii Evliya Çelebi Seyahatname

FBaykurt 1971 Fakir Baykurt Tırpan

Fel 1942 Türk Dil Kurumu Felsefe ve Gramer Terimleri

Ferec xv anon. Ferec ba'de şidde (1451); Andreas Tietze'den

Fuzuli xvi Fuzuli Leyla ve Mecnun; ed. Muhammet Nur Doğan 2000

Geom 1937 Türk Dil Kurumu Geometri

Göv 1930 İbrahim Alaattin (Gövsa) Yeni Türk Lugatı

GT xiv Seyf-i Sarayi Kıpçakça Gülistan Tercümesi; Toparlı et. al. Kıpçak Türkçesi S

Gül xv Ahmed b. Kadı-i Manyas Gülistan Tercümesi; ed. Mustafa Özkan 1993

Hattî 1748 Mustafa Hattî Ef. Viyana Sefaretnamesi; ed. Ali İbrahim Savaş 1999

Hayat 1959-1961 Hayat Dergisi

HKâzım 1927 Hüseyin Kâzım Kadri Türk Dillerinin İştikaki ve Edebi Lugatleri

HRG xx/a Hüseyin Rahmi Gürpınar ; çeşitli eserleri

HTaner 197+ Haldun Taner

Hürr 1959-2008 Hürriyet (gazete)

IrkB ix Irk Bitig; Gerard Clauson ve Marcel Erdal'dan

İdr xiv Ebu Hayyan Kitabü-l İdrak li Lisan-il Etrak; Toparlı et. al. Kıpçak Türkçesi S

İdrH xiv anon. Kitabü-l İdrak Haşiyesi; Toparlı et. al. Kıpçak Türkçesi S

İkdam 1907 İkdam (gazete)

İMüh xiii İbni Mühenna Lugat; ed. A Battal Taymas

İrşad xiv İrşad-ül Müluk ve Selatin; Toparlı et. al. Kıpçak Türkçesi S

İstArgo 1934 M. Halit Bayrı İstanbul Argosu; ed. Mehmet Arslan 2004

Kâbus xv Mercimek Ahmet Kâbusname; ed. O. Şaik Gökyay 2007

Kadı xiv Kadı Burhanettin Divan

Kan xv-xvi Kanunname

Karay 1939 Refik Halit Karay

Karşı 1972 TDK Yabancı Dillerden Sözcüklere Karşılıklar

Kaş xi Kaşgarlı Mahmud Divan- Lugat-i Türk

KatipÇ xvii Kâtip Çelebi Tuhfet-ül Kibar fi Esfar-ül Bihar; ed. Orhan Şaik Gökyay 2007

Kaygılı 1932 Osman Celal Kaygılı Argo Lugatı; ed. Mehmet Arslan 2004

Kenz xviii Ahmed Cavit Bey Kenz-ül İştiha Tercemesi; ed. Kahraman & Işın 2006

KGunya xiv anon. Kitab-ı Gunya; ed. Muzaffer Akkuş 1995

Kıp xiv Kıpçak Türkçesi Sözlüğü; ed. Toparlı, Vural & Karaatlı 2003

Kieffer-Bia 1835 Kieffer & Bianchi Dictionnaire Turc-Français

Koçtürk 1967 Osman N. Koçtürk Besin ve Beslenme

KT xix Şemseddin Sami Bey Kamus-ı Türki

KTahir 1961 Kemal Tahir Esir Şehrin Mahpusu

KTü viii Köktürçe yazıtlar, Orhun yazıtları hariç ; Gerard Clauson ve Marcel Erdal'dan

Kut xi Yusuf Has Hacip Kutadgu Bilik; ed. Reşit Rahmeti Arat

LF xvi-xix Kahane & Kahane & Tietze The Lingua Franca in the Levant1958

LG 1889 A. Fikri Lugat-ı Garibe; ed. Mehmet Arslan 2004

LL xviii Şeyhülislam Esad Efendi Lehcet-ül Lugat (1732); ed. Ahmet Kırkkılıç 1999

LO xix Ahmet Vefik Paşa Lugat-ı Osmani; ed. Recep Toparlı 2000

MEdeb xiii anon. Mukaddimet-ül Edeb tercümesi; ed. Nuri Yüce 1993

Men xvii Franciscus Meninski Thesaurus Linguarum Orientalium (1680)

Mesail 1861-1877 Ali Fuat Türkgeldi Mesail-i Mühimme-i Siyasiye; ed. Bekir Sıtkı Baykal 1966

Mikhailov 1929 Mikhail Mikhailov Matériaux sur l'argot et les locutions populaires

Mill 1968-2008 Milliyet (gazete)

MKaçan 1990 Metin Kaçan Ağır Roman

ML 1969 Meydan-Larousse

MMakal 1954 Mahmut Makal Memleketin Sahipleri

MMem xvi Seydi Ali Reis Mirat-ül Memalik; ed. Mehmet Kiremit 1999

Moran 1945 Berna Moran

MReşad 189+

MŞ xiv Celalüddin Hızır Paşa Müntehab-ı Şifa; ed. Zafer Önler 1999

Mü xvi

Müh 1801 Türk Bilim ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishane; ed. Kemal Beydilli 1995

Müteferrika 1727 İbrahim Müteferrika

Nahifi 1774 M. Emin Nahifi Rusya Sefaretnamesi

Nazmi xvi Edirneli Nazmi Divan; ed. Köprülüzade Mehmed Fuad 1928

Neş xv Mehmed Neşrî Kitab-ı Cihannümâ; ed. Unat & Köymen 1949

NHikmet 1936 Nazım Hikmet

NKemal 1866-1873 Namık Kemal ; çeşitli makaleleri

Nokta 1982 Nokta Dergisi

Oğ xi Divan-ı Lugat-i Türk'te Oğuzca olarak belirtilen k

OKemal 1948-1952 Orhan Kemal ; çeşitli eserleri

Or viii Orhun Yazıtları

Ömer b. Mezid xv Ömer bin Mezid Mecmuat-ün Nezair (1437); ed. Mustafa Canpolat 1982

ÖSeyf xx/a Ömer Seyfettin ; çeşitli eserleri

Özön 1961 Mustafa Nihat Özön Türkçe-Yabancı Kelimeler Sözlüğü

passim xiv Belirtilen tarihte çok yaygın olarak kullanılan ke

Peçevi xvii Peçevi Tarih-i Peçevî (1650)

PiriR xvi Piri Reis Kitab-ı Bahriye1988

PSafa xx/b Peyami Safa ; çeşitli eserleri

Redh 1861-1890 James Redhouse A Turkish and English Lexicon

REkrem 1887 Recaizade Ekrem Araba Sevdası

ResmiG 1926 Resmi Gazete

RessamC 1911 Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Mecmuası

RGalip 1932 Reşit Galip

Sabah 1907 Sabah (gazete)

Sahak 1855

ServF 1896 Servet-i Fünun (dergi)

SFaik xx/b Sait Faik Abasıyanık ; çeşitli eserleri

SinanP xv Sinan Paşa Tazarrûname; ed. Mertol Tulum 2001

SSüalp 197+ Suavi Süalp

SühN xiv Mesud b. Ahmed Süheyl ü Nevbahar; ed. Cem Dilçin 1991

SülÇ xv Süleyman Çelebi Mevlid

ŞSami 1872 Şemseddin Sami Bey Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat

TakV 183+ Takvim-i Vekayi

Tanin 1910 Tanin (gazete)

TarD 1932-1934 Tarih Dergisi

Tarik 1885 Tarik (gazete)

TatlıK 1939 Tatlı

TDK 1945-1998 Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük

TDK* 1955 Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük; madde başı olmayan kelimeler

TDursun 1957 Tarık Dursun K

Tef xiii? anon. Tefsir; ed. Borovkov; Usta & Amanoğlu 2002

Terakki 1869 Terakki (gazete)

TercHak 1908 Tercüman-ı Hakikat (gazete)

Tezk xiv anon. Feridüddin Attar, Tezkiret-ül Evliya Tercümesi; ed. Orhan Yavuz 2006

Tıngır 1891 Antoine Tıngır & Kirkor Sinapian Fransızcadan Türkçeye Istılahat Lugatı

ToplumsalT 1896 Toplumsal Tarih dergisi; Yüz Yıl Önceki Basından Seçmeler bölümü

TS xiv Türk Dil Kurumu Tarama Sözlüğü

TS* xv Türk Dil Kurumu Tarama Sözlüğü; madde başı olmayan kelimeler

Tuhf xv Tuhfet-ül Kibar

Tz Andreas Tietze Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lugati; Tietze'nin alıntıladığı tanıklar

Ulus 1936-1960 Ulus (gazete)

UyB x Uygurca Budist metinler ; Gerard Clauson ve Marcel Erdal'dan

UyH ix Uygurca Hıristiyan metinler ; Gerard Clauson ve Marcel Erdal'dan

UyM ix Uygurca Maniheist metinler ; Gerard Clauson ve Marcel Erdal'dan

UyS xi-xii Uygurca sivil metinler ; Gerard Clauson ve Marcel Erdal'dan

UyY viii Uygurca yazıtlar ; Gerard Clauson ve Marcel Erdal'dan

Varlık 1938 Varlık Dergisi

VartanP 1851 Vartan Paşa Akabi Hikyayesi; ed. Andreas Tietze

Vasıf xix Enderunlu Vasıf Divan

Vehbî xviii Vehbi Divan

Veled xiv Sultan Veled Divan-ı Türki; ed. Mecdut Mansuroğlu 1958

YaşarK 1976 Yaşar Kemal

Yedigün 1936 Yedigün Dergisi

YTürker 1981 Yıldırım Türker

Yun xiv Yunus Emre Divan; ed. Abdülbaki Gölpınarlı

YusZ xiv Erzurumlu Darir Yusuf ile Züleyha; ed. Leyla Karahan 1994

Yücel 1938 Hasan-Ali Yücel

Zaifi xvi Zaifi Divan; ed. Robert Anhegger 1955

Zatî xvi Zati Divan; ed. Ali Nihad Tarlan 1970

ZGökalp xx/a Ziya Gökalp ; çeşitli eserleri

15 Şubat 2009 Pazar

Eski Türkçemiz

Dedem yazıya gider, kölgede dinlenir, suda çimer, hamamda hapbap ile dolaşır, kurnadan yunar, yunduktan sonra da tülü ile kurulanırdı. Bir gün ninem pencerenin aralığından kedi yavrusu içeri girdiğinde “Tahanıŋ gındırığından manıh dıhıldı !” diye bağırmıştı. Yaramazlık yapanlara tevge der, çok kızdığına da soyhası çıhasıca diye ilenirdi. Suyumuzu bodiçten içer, evimizin haftalık yiyeceğini siptilliden alır, yazın damda cibindirikte yatardık. Evimizde rendenin adı ilistir, elbisenin adı ise giyesi idi. Örtündüğümüz yorganın dikilmesi işine sırımak, sırınmış yorgana da sırıklı yorgan denirdi. Kolu kırılan, kolu çıkan sınıkçıya götürülürdü.

Babamın çiftçilik yaptığı yıllarda yaz tatilimi köyümüzde geçirirdim. Burada da sözcükleriyle farklı bir dünya karşıma çıkardı: Çiftliğin alış verişini yapan ve çalışanlara yemek pişirene babamevdeci derdi. Evdecinin yemek yaptığı yerin adı ise babamın dilinde aşkana idi. Tarlada kazma dövenlere, pamuk toplayanlara ırgat, ırgatların başına elci, tarlanın sınırlarını belirleyen hendeklere him denirdi.

Ve tabiî sokaklarda, mahalle aralarında, maçlarda duyduğum yakası bağrı açılmadık, gün yüzü görmedik Adana küfürleri...

Adana kabadayılarının feriştahlı, ciğerimli, bitirim ağzı konuşmaları... Sıcakların hüküm sürdüğü, rüzgârsızlıktan yaprakların bile kımıldamadığı yaz gecelerinde uzaktan yankılanan kabadayı naraları ve çoğu zaman ardından gelen tabanca takırtıları...


Öte yanda yazın Toros Dağlarında yaylaya çıktığımızda dağlarda yaşayan Yörüklerin konuşmaları, kullandıkları sözcükler. Şehirde ise Adanalı soylu ailelerin Adana ağızlarından damıtılmış, ölçünlü (standart) Türkçeye yaklaştırılmış söz varlığı...

Soğuk kış gecelerinde anneannemin ağzından dinlediğim Şahmeran, Lokman Hekim, Köroğlu hikâyelerinin, Adana efsanelerinin, Adana masallarının beni içine çekiveren konuları ve büyülü söz varlığı...

Dedemden, babamdan ve köyümüzdeki, mahallemdeki yaşlılardan dinlediğim menkıbelerin Adana ağızlarından sözcüklerin de yer aldığı söz varlığı...

Adana mutfağından yemek adlarının söz varlığı da dikkat çekici...

İçli köftenin eklenmesiyle yapılan analı kızlı, kuşbaşı için kullanılan tike kebabı, mercimek çorbaları mahluta ve mırmıriktutmaçdul arvat çorbasısetikli ekmeği veya yuka (<yufka), sini köftesiçintme ~ çiltme, silkme... Ve yaz günlerinin değişmez tatlısı bici bici ve garsambaç...

Sözcüklerdeki ses değişmelerinin yanı sıra bu zengin söz varlığı çocukluğumda dikkatimi çekiyordu. Bu sözcükleri genel Türkçenin söz varlığı içerisinde bulamıyordum. Radyoda dinlediğim programlarda bu sözcükleri duymuyor, okuduğum kitaplarda gazetelerde bu sözcükleri görmüyordum. Adana Türkçesinin söz varlığı ve genel anlamda Türkçe, dil bilgisi beni kendisine doğru çekiyordu. Bu ilgi ve merak beni yüksek öğrenim hayatımda da dil çalışmalarına yöneltecekti.


Türk dili üzerine çalışmaya başlayınca bana çocukken yabancı gelen bu sözcüklerin bir bölümünün Türkçenin tarihî dönemlerinin söz varlığında bulunan sözcükler olduğunu, bir bölümünün Adana ağzında değişikliğe uğrayan alıntı sözcükler olduğunu öğrenecektim. Ölçünlü dildeki sözcüklerle birlikte bu ilgi çekici sözcükler Adana ağızlarının söz varlığını oluşturuyordu.

Peki nedir söz varlığı ?

Söz varlığı, en kısa tanımıyla kültürün aynasıdır. Bir toplumun yaşayışına, yaşayış şekline, hayata bakış tarzına, maddî ve manevî değerlerine, inançlarına kısacası kültürüne ilişkin ilk bilgileri söz varlığından elde edebiliriz. Söz varlığı toplumun konuştuğu dilin sözcüklerini, deyimlerini, hazır söz kalıplarını, atasözlerini kapsar. Bir dilin söz varlığı, aynı zamanda o dili konuşan toplumun kavramlar dünyası, dünya görüşünün bir kesitidir.

Bir toplumun yaşama tarzının yanı sıra, hangi uluslarla ne ölçüde ilişkiler kurmuş olduğu, nelere değer ve önem verdiği, nükteye olan eğilimi söz varlığının incelenmesiyle ortaya konulabilir. Her dili konuşan toplum, çevresini, çevresindeki olayları, gerçekleri kendisine göre algılamakta ve anlamakta, ana dilinde oluşmuş kavramlarla anlatmaktadır. Kısacası söz varlığı, dünyayı kendi dil penceresinden görmek, anlamak, yorumlamak, ve anlatmaktır .

Yazı dilinin söz varlığının yanı sıra bölge ağızlarının söz varlığı da üzerinde durulması gerekir. Bölge ağızlarının söz varlığı içerisinde genel yazı dilinde bulunmayan sözcükler yaşayabilir.

Dilin tarihî gelişmesi sırasında kullanıştan düşen sözcüklerin çoğu kez bölge ağızlarında yaşadığı görülür. Ölçünlü dilde yaşanan ses değişmeleri bölge ağızlarına yansımayabilir. Bu durumda ağızlarda kimi kez sözcükler ses yapısı bakımından eski biçimlerini koruyarak da varlığını sürdürebilir.

Günümüzde ölçünlü Türkiye Türkçesinde bulunmayan binlerce kavram, Türkiye’nin değişik yörelerinde konuşulan ağızlarda karşımıza çıkar. Bunların çoğu Anadolu halkının yaşamında önemli bir yer tutan tarımcılık, hayvancılıkla ilgili, değişik yörelerde yaşayan gelenek ve görenekleri, doğa ve iklim olaylarını, yörelere özgü araç ve gereçleri yansıtan sözcüklerdir.

Her bölge ağzının olduğu gibi Adana ağızlarının da ilgi çekici bir söz varlığı vardır.

Hiç şüphesiz bu söz varlığının ana katmanını Türkçe kökenli sözcükler oluşturur. Her dilde, her ağızda olduğu gibi Adana ağızlarında da alıntı sözcükler bulunur. Alıntı sözcüklerin kaynağı genellikle ArapçaFarsçadır. Daha az olmakla birlikte FransızcaRumca, Ermenice, Rusça, İngilizce gibi çeşitli dillerden de alıntı sözcükler söz varlığında bulunmaktadır. Bu sözcüklerin büyük bir bölümü ölçünlü dilde de bulunmaktadır. Ancak ölçünlü dilde bulunmayan alıntı sözcüklerin varlığı da söz konusudur.

Bu sözcükler içerisinde bugün ölçünlü dilde kullanılmayan ancak Türkçenin tarihî dönemlerinde kullanılmış arkaik sözcükler dikkati çekmektedir. Dışarıdan bir kimsenin kolayca anlayamayacağı bu sözcüklerin kaynağını Eski Türkçe (VII.-XIII. yüzyıllar), Eski Anadolu Türkçesi (XIII.-XV. yüzyıllar) gibi Türk yazı dilinin çeşitli tarihî dönemlerinde bulmaktayız.

Bayahtan gomşunun gızını gördüm ‘Az önce komşunun kızını gördüm’ cümlesinde ‘deminki, az önceki’ anlamlarında kullanılan bayaktan ~ bayahtan ‘az önce, biraz önce’, ‘az önceki’ anlamında kullanılan bayākı, sözcüklerinin kökünü Türk yazı dilinin tarihî dönemlerinde bulmaktayız:

Bayakı beş ujak - ‘Az önceki beş harf’ (Eski Uygur Türkçesi – TT, V/8)

Baya keldim - ‘Az önce geldim’ (Karahanlı Türkçesi – DLT, I, s. 37) Adana ağızlarında böbü ~ böğü şeklinde kullanılan sözcük, ‘zehirli ve büyük örümcek’ anlamındadır. Bu sözcüğü Kâşgarlı Mahmud’un ünlü eseri Divânu Lugat-it-Türk’te böğ olarak görüyoruz. Kâşgarlı bu sözcüğün anlamını ‘bir çeşit örümcek’ olarak vermektedir (DLT, III, s.131).

XIV. yüzyıl metinlerinden Yadigâr-ı İbn Şerîf’te sözcük böy şeklinde geçmektedir: Yılan sokdugına ve akreb sokdugına ve böy sokdugına faide ide. (YİŞ, 114-2)

XVII. yüzyıl metinlerinden Camiü’l-Faris’te ise sözcük  olarak yer almaktadır: Bö didükleri agulu böcek ki Arabca rüteylâ ve rüteyded dirler. (CF, 51-2)

Bu sözcüğün kökünün böcek sözcüğünün kökü ile birleştiğini sanıyoruz.

Adana ağızlarında ‘yüzmek’ anlamında kullanılan çimmek sözü eski Uygur Türkçesi metinlerinde çömmek şeklinde ve ‘yüzmek, suya dalmak, suda batmak’ anlamlarındadır. Divânu Lugat-it-Türk’te çömmek şeklinde ve ‘yüzmek’ anlamında geçen şekil muhtemelen çimmek fiilinin eski şeklidir: Suwka çömgen er. ‘Suda yüzen adam’ (DLT, I, s. 401)

Evliya Çelebi’nin ünlü Seyahatnamesinde ise sözcük çimmek şeklindedir: Bunda dahı cümle dilberan mah-ı temmuzda deryada çimerler. (EÇS, s.477)

Kırık ve çıkık tedavisi yapan halk hekimleri Anadolu’da başka yöre ağızlarında olduğu gibi Adana ağızlarında da sınıkçı olarak adlandırılır. Bu sözcüğün kökü olan sımak sözcüğünü biz ilk yazılı kaynaklarımız olan Orhon Yazıtlarında (VIII. yüzyıl) buluruz:

Meniŋ sabımın sımadı. ‘Benim sözümü kırmadı’ (OA, s. 6-7)

Ol tegdükde Bayırkunuŋ ak adgırıg udlukın sıyu urtı. ‘O hücum ettiğinde Bayırku’nun ak aygırını, uyluğunu kırarak vurdular.’ (OA, s. 22-23) XIV. yüzyıl Anadolu Türkçesi metinlerinden Tebareke Tefsirinde sımak sözü yine kırmak anlamındadır:

Urdılar, ayagın sıdılar. - ‘Vurdular, ayağını kırdılar.’ (TT, 12/2)

Sınıkçı sözcüğünün yapısı sınuk ~ sınuh şeklinde görmekteyiz:

Elindeki süŋüsi sınuk oglan... - ‘Elindeki mızrağı kırık oğlan...’ (DK, 247)

Sözcüğün Adana ağızlarında bir deyimde de saklandığını görürüz. Gırıp sırmak şeklindeki deyim (sarmak sözcüğünden ses değişmesi yoluyla oluşmamışsa) elde avuçta olanı satıp savarak bir işi gerçekleştirmek anlamındadır: Gırıp sırıp oğlanı everdik. ‘Elde olanı satıp oğlanı evlendirdik.’

Kâşgarlı’nın eserinde ‘sık dikişle dikmek’ anlamında geçen sırımak sözcüğü (DLT, III, s. 262) Eski Anadolu Türkçesinde ‘sağlamca dikmek’ anlamını da kazanmıştır. Bugün Adana ağızlarındasırımak sözcüğü sadece yorgan dikmek anlamında kullanılmaktadır. Adana ağızlarında ‘ova; tarla’ anlamlarında kullanılmakta olan yazı sözcüğünü de ilk yazılı kaynaklarımız olan Orhon Yazıtlarında buluruz. Orhon Yazıtlarında yazı ‘ova’ anlamındadır:

İlgerü Şantuŋ yazıka tegi süledim. - ‘Doğuda Şantung ovasına kadar ordu sevk ettim.’ (OA, 2-3)

Anadolu sahasında da bu sözcüğün pek çok eserde geçtiğine tanık oluruz. XIII. yüzyılda Yunus Emre bir şiirinde şöyle diyor:

Dag u yazı kamu gulgule doldı

Kime cennet kime arasat oldı.

‘Dağ ve ova gürültüyle doldu, kimisi cennete, kimisi arasata gitti.’ (YED, 14)

Adana ağızlarında yumuş ‘hizmet’, yumuş uşağı ‘hizmetçi’ anlamlarında kullanılan sözcüklerdir. Bu sözcüğe de Türkçenin tarihî dönemlerinde aynı anlamda rastlamaktayız.

Kâşgarlı’nın ünlü sözlüğünde ‘elçi’ anlamı da verilmiştir:

Ol yumuşka birtem bardı. - ‘O –sanki hiç dönmeyecek gibi- uzun bir müddet elçiliğe gitti.’ (DLT, c. I, s.484).

Eski Anadolu Türkçesi metinlerinde de yumuş ‘iş, hizmet, ödev, vazife’ anlamlarında kullanılmıştır:

Olar kim olalar can yumuşında... ‘Onlar ki can hizmetinde olurlar...’ (YED, 41)

Adana ağızlarında kullanılmakta olan çiğit ‘pamuk çekirdeği’ sözcüğünü Divânu Lûgât-it-Türk’te de bulmaktayız. Kâşgarlı Mahmud, bu sözcüğü Argu Türklerinin kullandığını belirtmiştir (DLT, I, s. 356).

Pek çok bölge ağzında olduğu gibi Adana ağızlarında da ‘geçen yıl’ anlamında kullanılan bildir ~ bıldır da Eski Anadolu Türkçesinde bıldır ~ bıldur şekillerinde ve aynı anlamda kullanılmıştır (TTS, I, s.538).

İnsanları düğüne davet etmek için gönderilen armağan Adana ağızlarında okuntu olarak adlandırılır. Bu sözcüğün kökenini de Türk yazı dilinin derinliklerinde buluruz. Eski Türkçe ve Eski Anadolu Türkçesi dönemlerinde okımak şeklindeki bu sözcük ‘çağırmak, yüksek sesle çağırmak’ anlamındadır. Davetiye işlevindeki bu armağan, insanları düğüne çağırmak işlevini görmektedir. Düğüne çorana okuyucu denir.

‘Bez’ anlamındaki çapıt ~ çaput sözcüğü ise eski Türkçe metinlerinde çapgut şeklinde karşımıza çıkar. Eski Türkçedeki çap- fiilinden türediği sanılan (EDPT, s. 396) çapgut sözü için Kâşgarlı Mahmut bezşilte anlamını verir (DLT. I, s.451).

Taş dibek Adana ağızlarında soku olarak adlandırılır. Bu sözcük ‘dövmek’ anlamındaki eski bir sözcük olan sok-‘tan gelişmiştir. Çağdaş Türk lehçelerinde bu kökün ‘dövmek’ anlamında saklandığını biliyoruz (Eren 1999: 373).

Adana Türkçesinde tabu sözcükler de dikkati çeker. Ürkütücü varlıkların, vahşi veya tiksindirici hayvanların adlarının anılmasıyla onların çağrılmış olacağı şeklindeki çok bir eski inanış halâ halk arasında yaşamaktadır. Belâ sözcüğünün anılmasıyla yedi mahalleye belâ geleceğine inanılır. Bu yüzden belâ sözünü anmak, belâ okumak hoş karşılanmaz. Yine Kozan ağzında domuz için dağda gezen sözü kullanılır (Tamdoğan-Yiğenoğlu, 90) .

Ağızların söz varlığı üzerine yapılacak çalışmalarda dilimizin söz varlığına Türkçe kökenli yeni sözcükler kazandırmak mümkün olabilir. Bu yönden ağızların söz varlığı önem taşımaktadır. Söz gelimi ölçünlü Türkiye Türkçesinde plâj sözcüğünün yerini Adana ağızlarında kullanılan ve bu yazıda değinilen çimmek fiilinden türetilmiş çimek sözcüğü alabilir. Nitekim bu sözcük Kozan ağzında kullanılmaktadır (Tamdoğan-Yiğenoğlu, 87).

Adana ağızlarındaki Türkçe kökenli sözcüklerin bir başka dikkat çekici boyutu Anadolu ağızlarının Türk lehçeleri ile ilgisini, bağlantısını ortaya koymasıdır. Sadece bu yazıda söz konusu edilen sözcükler ele alındığında bile ölçünlü Türkiye Türkçesinde kullanılmayan Türkçe kökenli sözcüklerin çağdaş Türk lehçelerinde kullanıldığı görülür: Yukarıda değinilen sözcüklerden bıldır, cibin, çiğit, sırı-, sınık, tike, yazı, yu-, yumuş sözcükleri bugün Kafkasya’da, Türkistan’da hatta Sibirya’da yaşayan Türk halklarının söz varlığında, küçük ses değişiklikleriyle de olsa, canlı bir şekilde yaşamaktadır. Bu durum, Türk lehçeleri arasındaki karşılaştırmalı çalışmalarda Anadolu ağızlarının ses bilgisi, şekil bilgisi, söz dizimi, anlam bilgisi ve söz varlığının da dikkate alınması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Söz varlığı içerisinde hiç şüphesiz alıntı sözcükler de vardır. Coğrafî yakınlık sebebiyle Arapça sözcükler Adana ağızlarında alıntı sözcükler arasında dikkati çeker. Bu gün ölçünlü dilde kullanılmayan ‘deve veya katırın sırtına konulan ve iki kişinin oturabileceği büyüklükteki sepet’ anlamındaki Arapça mihaffe ~ mahaffe sözcüğü, Adana’da bir semt adında (Mahfesığmaz) yaşamaktadır. Adana ağzında çoğu kez Maffassığmaz olarak söylenen bu semtin adı, eskiden burasının ormanlık ve çalılık olmasından kaynaklanmaktadır. Sık çalıların arasından deve, katır geçebilirmiş ama üstlerindeki mahfe geçemezmiş. Bu yüzden bu semtin adı Mahfesığmaz olarak kalmıştır. Güney Adana’daki Kanara semti de adını buradaki mezbahadan almıştır. Arapça kınnâre ‘kesim evi, mezbaha’ sözcüğü pek çok bölge ağzında olduğu gibi Adana ağızlarında da kanara halini almıştır.

Çeyrek, dörtte bir anlamındaki urup sözcüğü bir Arapça alıntıdır. Arapça rub’ ‘dörtte bir, çeyrek’ anlamındaki sözcüğün ön sesinde türeme ünlü türemesi olmuştur. Türkçede ön seste /r/ bulunmadığı için bu şekildeki ünlü türemesi olayı (irezil, Iramazan vb...) diğer bölge ağızlarında olduğu gibi Adana ağızlarında da yaygındır.

essahesahtan ~ essahtan ~ esattan şekillerinde kullanılan ‘gerçek mi, gerçekten mi, doğru mu’ anlamlarındaki sözcük, Arapça ‘en doğru, daha doğru’ anlamında kullanılan esahh’tır.

Adana ağızlarının söz varlığındaki deppe sözcüğü ‘bakırdan yapılmış, kulplu, ağzı kapaklı güğüm’ anlamındadır. Bu sözcük de Arapça dabba sözcüğünden gelmektedir (Eren 1999: 106).

Düğünlerde davulcunun çeşitli oyunlar oynadıktan sonra düğüne katılanlardan para toplaması Adana ağızlarında şaba ~ şabe olarak adlandırılır. Bu sözcük ise Farsçadaki şâbâşsözcüğünden gelmektedir. Farsçada ‘aferin’ anlamında kullanılan sözcük, para verenlerin davulcuyu takdir etmeleri sonucu söylediği bir ünlem iken zamanla davulcuya verilen para anlamını almıştır. dulda, diğer bölge ağızlarında olduğu gibi Adana ağızlarında da ‘kuytu yer, sığınılacak gizli yer’ anlamındadır. Bu sözcük ise Moğolca alıntıdır. Sözcük Moğolcada dalda şeklindedir ve ‘örtülü, gizli, saklı’ anlamlarındadır. Adana ağızlarında ‘taranmış, temizlenmiş ve eğrilmeğe hazır hale getirilmiş yün veya pamuk yumağı’ bedirik ~ bedrik olarak adlandırılır. Eski kaynaklarda bedrük ~ bedrik şekillerinde geçen sözcük Ermeniceden bir alıntıdır (Eren 1999: 46). Ermenice patruyk sözcüğü ağızlarımıza bedirik ~ bedrik şekillerinde geçmiştir. ‘Dert, keder, hastalık’ anlamındaki çor sözcüğü de Adana ağızlarındaki Ermenice alıntılardan bir başkasıdır. Sözcük Ermenicede č’oŕ şeklinde ve ‘üşütme; hayvan veya bitki hastalığı’ anlamlarındadır (Eren 1999: 98). Ergenlik sivilceleriyle yüzünde yumrular oluşmuş kişilere Adana ağızlarında yüzü fıskıl fıskıl (fiskil fiskil) olmuş denir. Bu sözde geçen fıskıl (fiskil) sözcüğü ise Rumca φούσκα ‘sivilce, kabarcık, yanık kabarcığı; içi su dolu kabarcık’ anlamındaki sözcükten gelmektedir (Eren 1999: 145-146). ‘Taranmış keten veya kendir’ anlamındaki üskül ~ üsgül sözcüğü de Adana ağızlarındaki Rumca bir kalıntıdır. Rumca σκουλί ‘kendir’ sözcüğü ön seste /ü/ türemesi ile ağızlarımıza geçmiştir (Eren 1999: 428). Bu sözcüğün Adana’da özel ad olarak kullanımına da tanık oluruz. Söz varlığı içerisinde deyimler de üzerinde durulması gereken ögelerdendir. Deyimler, dili konuşan toplumun anlatımdaki gücünü ve başarısını, benzetmeye, nükteye olan eğilimini ortaya koyar. Deyimler kimi zaman yüzyıllar boyunca değişmeden, kimi zaman sözcüklerinde değişmeler yaşayarak günümüze gelir (Aksan 1996: 31). Adana Türkçesindeki deyimlere birkaç örnek vermek istiyoruz: Zamanın kısalığı karşısında yapılması gereken işlerin çokluğunu ifade etmek için akşam yakın yol ırak (BAAD 1996: 223) deyimine başvurulur. Yaptığı kötü işlerden sonra iyi görünmeğe kalkanlar için armudu taşladın, elmayı taşladın da lâilahe illallaha mı başladın ? (BAAD 1996: 235) denir. Bakmaz kıçının samsağına, çıkar dağın yükseğine (BAAD 1996: 247) sözü ise durumuna bakmadan boyundan büyük işlere kalkışanlara söylenir. Uğursuz, kademsiz sayılan kişiler için ise basmadığı yerde kaldı bereket (BAAD 1996: 248) veya maşallah dediği yedi gün yaşıyor deyimleri kullanılır. Atasözleri ise Adanalının yaşam deneyimi ile yüklüdür. Her söz büyük bir anlam içerir. Ağacın çürüğü özünden olur (BAAD 1996: 30) bir insandaki kötülüğün soydan geldiğini anlatır. Yine şapı kaynatırsan olur mu şeker cinsini s..tiğim cinsine çeker sözü de aynı anlamdadır. Al gördüğün kızını tuttur dolam dolam; al görmediğin kızını tuttur dolanı dolanı (BAAD 1996: 39) şeklindeki söz de yakın anlamdadır. Tarımın, hayvancılığın, avcılığın yaygın olduğu Adana‘da bu yaşam biçiminden kaynaklanan ve gündelik hayata çeşitli örnekler getiren çok sayıda atasözü vardır: Alma alı, satma kırı, yağızın binde biri, ille doru, ille doru (BAAD 1996: 40) Arap at kıl çulun içinde de belli olur (BAAD 1996: 44) sözü de soylu olanın her yerde kendisini belli edeceğini vurgular. Kör ineğin kör buzağısı olmaz ya, deli ineğin deli buzağısı olur (BAAD 1996: 166) sözü de huyun, deliliğin kalıtsal olabileceğini anlatır. Atımına gelmez domuz olmaz (BAAD 1996: 49) sözü, ne kadar güçlü ve dikkatli olursa olsun herkesin tuzağa düşebileceği, ele geçebileceği belirtilir. Yoluna koyulmuş bir işe karışılmaması gerektiği çatılı öküzün arasına girme (BAAD 1996: 78) sözüyle anlatılır. El oğlu oğul olmaz, çam ağacı ağıl olmaz (BAAD 1996: 107) sözüyle çam ağacından ağıl yapılamayacağı gibi, başkasının oğlu da gerçek oğul gibi olamayacağı düşüncesi verilir. Dağda atı olan evde yorulmaz (BAAD 1996: 84) sözüyle gündelik yaşamda atın gerekliliği vurgulanır. Mertliğe, delikanlılığa önem veren Adanalının bu konuda söylenmiş pek çok sözü vardır: Dostun belâsı düşmanınkinden üstün (BAAD 1996: 92) sözü ile dostun vereceği zarar anlatılmıştır. Dost sekiz, düşman dokuz (BAAD 1996: 97) sözü insanın ne kadar dostu varsa ondan fazla düşmanı olabileceğini hatırlatır. Doğa olaylarıyla gündelik yaşama örnek oluşturan atasözleri de dikkati çeker: Dumanlı havanın gümenli güneşi olur (BAAD 1996: 99) Yaz yağmuru bahtı barındırır.(YA, I, s. 145) Adana ağızlarında ünlemler, hazır söz kalıpları, alkışlar da dikkat çekicidir. Dede Korkut Kitâbında hayret, şaşma ifade eden boy şeklindeki ünlem bugün Adana ağızlarında iki ünlemin birleşmesiyle abov (

Hiç şüphesiz Adana ağzının söz varlığı burada değinilenden çok fazla sayıda sözcük, deyim, atasözü içermektedir. Bu ayrı bir araştırma ve incelemeyi gerektirmektedir. Bu yazımızda, Adana ağzının söz varlığı konusunda genel bir düşünce verilmeğe çalışılmıştır.

Powered By Blogger